Loras kendisine gelen kılıcı durduramazken son kez alırcasına bir nefes aldı. Gözlerini kapadığında sadece Albina'yı düşünüyordu. Her şey onun içindi. Hayatını ona adamıştı. Bu uğurda ölmekten çekinmiyordu. Fakat beklediği şey olmadı. Yüzüne inmesi gereken kılıcın yere düşüşü kulaklarına ulaştı. Yavaşça gözlerini açan Loras, karşısındaki büyücünün kalbine yediği okla sarsılışını izledi. Ardından kılıcına uzandığı gibi adamı yere yığdı. Loras okun geldiği yöne çevirdi bakışlarını ve tepenin üstünde Albina'yı gördü. Yayını indirmiş, kendisine bakıyordu. Loras, hızla ayağa kalktı ve Albina'ya doğru ilerledi. Önüne çıkan kişiler onu yavaşlatmıyordu. Aksine daha da hızlanıyordu sevdiği kadına doğru. Yanında onunla savaşan askerler yolunu hızla açıyordu. Loras savaş meydanında kalan askerlere geri çekilmelerini emretti ve savaş alanının karşısından çıktı.
Kendisine gelen haberde Albina'nın orduyu yardıma getirdiği yazıyordu. Bir plan yapılmıştı. Ona defalarca savaşa girmemesini söylediği halde gelmişti. Yanına ulaşmak için hayatını hiçe sayıp kendisini dışarıya atmıştı. Onu yalnız bırakmayacaktı. Tepeyi hızla çıktı. Albina'ya sinirliydi ama özlemi daha ağır basıyordu. Yanına ulaştığı gibi belinden tutup kendisine çekti ve ona sımsıkı sarıldı. Albina da Loras'a sarıldıktan sonra kulağına fısıldadı. "Tek parça kalman için seni uyarmıştım, Loras."
"Tek parçayım."
Loras Albina'dan ayrıldığında savaş alanına döndü. Az önce yaşadıklarına anlam veremiyordu. Neyin içinde olduklarını çözmeliydi.
"Neyin var, Loras?"
"Şu savaşı kazanalım, sonra konuşuruz."
Albina başını sallayıp orduya döndü ve emir verdi. "Şimdi!"
Düşman ordusunu içine alan askerler oklarını gerdi ve bıraktı. Onlara kaçacak yer bırakmamışlardı. Düzenleri dağılmıştı. Teker teker ölüyorlardı.
Ayakta kalan son kişi de öldüğünde, karla kaplı alan kızıla bulanmıştı. Albina bu görüntüyü dikkatle izleyerek kaleye doğru ilerlemeye başladı. Kaplanı Desire ve Loras hemen yanındaydı. Ölü bedenlerin yanından geçerken hepsinin gözlerine teker teker baktı.
Albina Hernadez kalesine adımını attığında insanların gözünde umut görmüştü fakat umudu kendi gözleri beslemiyordu. Savaş alanına giderken düşman ordusunun kamp alanına uğramış ve ordunun arasına gizlice girip attığı oku bile bulmuştu ama ölen bir tane bile insan bulamamıştı. Güneşin ilk ışıklarıyla düşman ordusunun arasında gezmiş, planının neden işe yaramadığını anlamaya çalışmıştı. Hatta vurduğu adamı bile görmüş, onu takip etmişti. Adam Albina'nın olduğu yere doğru döndüğünde gözlerinin ışıkla parladığını görmüştü. Şaşkınlıkla vurduğu askere bakarken diğer askerlere de bakmıştı. Yine de hepsinin gözlerinde aynı şeyi görmüştü; büyücülerin ışığı yansıtan gözlerini.
Albina savaştıkları ordunun saf soylu olduğunu biliyordu. Gözlerine özellikle bakmıştı. İlk saf soylular saldırmıştı. Saf soylularla savaşmak kolaydı fakat ikincisinde büyücülerin saldıracağını bilen Albina, en kolay kısmının onlar için ne kadar zor olduğunu da görmüştü. Bu savaşı kazanamayacaklarını biliyordu. Rodrigo yanında olmasa da kendisini uyarmış ve kaçmasını istemişti ama kaçıp ne yapacağını bilmiyordu. Güvenli bir yerin varlığından şüpheliydi. Eninde sonunda bu savaş zaten olacaktı ama belli ki Akrepol'ü bölüyorlardı. Bu tuzağa düşmemeleri gerekiyordu.
Albina Loras ile birlikte büyük kalenin bir odasına girdiklerinde Albina ellerini bir masaya koydu ve soluklandı. Bir plana ihtiyacı vardı. "Loras... Gitmek zorundayız."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GİRİFT : Yöneticiler
FantasyDünya'nın bilinen bir dengesi vardı. Yöneticiler zekaları ve farklı renkteki gözleriyle ayrılan varyeteleriyle bir kıtada; Koruyucular doğayı kontrol ederken bir kıtada; Katiller doğuştan savaşçı olmalarına rağmen derilerini hiçbir silah delemediği...