Loras geçidin girişine ulaştığında arkasına döndü ve Albina'ya sarıldı. Albina Loras'ı rahatlatmak için omzunu sıvazlarken bir yandan kulağına bir şeyler fısıldıyordu: "Her şey iyi olacak..."
Loras Albina'dan ayrıldığında yüzüne bir gülümseme takındı. Ondan ayrılmak istemiyordu. Bu savaşı istemiyordu. Bir an önce bitmesini ve Albina ile Akrepol'e dönmek istiyordu. Üstünde çok fazla sorumluluk vardı. Sanki ellerine zincir vuruyordu. Kafasına estiği yere gidemedikçe gücünün bir önemi yoktu. Nefesini sıkıntıya dışarıya verdi. "Seni özleyeceğim. Sakın kendini öldürtme."
Albina gülmeye başladı. "Bana güven. Beni kolay kolay kimse öldüremez." Loras tek kaşını kaldırıp ukalaca güldüğünde Albina Loras'ın kafasına sertçe vurdu. Loras daha çok gülerken Albina belindeki hançerini çıkarıp havaya doğru fırlattı. Biraz sonra yakınlarına bir kuş düştü. Bunu Loras Albina ile tanıştığı gün güç gösterisi için yapmıştı. "Artık en az senin kadar ustalaştım Veliaht On Loras. Bir daha bana o gülümsemeyi yaparsan ikincisi sana gelir."
"Bakıyorum da taktiklerimi çalıyorsunuz."
"O gün senden gerçekten korkmuştum. Şimdi sıra sende."
"O zaman bugün tarihe geçsin; Veliaht On Loras bu küçük kızdan korktu. Düşmanlar seni görür görmez kaçacaklar."
"Hiç komik değil!" Albina gülüyorken birden ciddileşti. "Hadi git." Loras'ın da yüzü düşerken bakışlarını Albina'dan kaçırdı. "Dikkatli ol."
Loras yavaşça arkasını döndü ve birkaç askerle tünele doğru yürümeye başladı. Kalbine bir şey saplanıyordu Loras'ın. Nefesi daralıyordu. Son kez arkasını döndü ve Albina'nın yüzüne son kez baktı. Her detayını zihnine kazıdı. Onu kaybetme hissi deliye döndürüyordu onu. Her şeye rağmen onu korumak için ondan ayrılmalıydı. Yavaşça önüne döndü ve dar geçide girdi.
Albina Loras gözden kaybolana kadar onu izledi. Onu özleyecekti. Bakışlarını geçidin girişinden çekti ve vurduğu kuştan hançerini aldı. Hemen ardından arkasını dönüp Desire'a doğru ilerledi ve üstüne bindi.
Birkaç askerle birlikte ordunun yanına dönerken Albina yarı yolda durdu. "Siz gidin ben biraz sonra gelirim."
"Ama efendim..."
"Lafımı tekrarlatmayın."
Albina Desire'ın üstünde hızla ilerlemeye başladı. Yapacağı şey çok tehlikeliydi. Düşman ordusuna doğru ilerliyordu. Kar onu yavaşlamıyordu çünkü Desire kalın kar tabakasında hiç zorlanmadan koşabiliyordu.
Hava karardığında Albina düşman ordusunun olduğu bölgeye gelmişti. Etrafına dikkatle bakıyordu. Yeteneğini kullanmak onun için biraz zordu. Başını deli gibi ağrıtıyordu. Hem duyu yeteneğini, hem görme yeteneğini, hem de hissetme yeteneğini kullanıyordu. Gözleri beyaza dönmüştü. Bütün yeteneklerini aynı anda kullanmak büyünün etkisini hemen geçiriyordu. Bu yüzden sınav günü geldiğinde ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Daha deneme parkuruna bile girmemişti. Zamanı olmamıştı bunun için.
Albina bir ses duyduğunda dikkatle o tarafı dinledi. Ağaçların arkasından gelen ayak sesleri düşman askerine aitti. Albina Desire'ı durdurdu. Askerin yaklaşmasını bekliyordu. Albina bir ağacın arkasında saklanırken birden askerin karşısına çıktı. Desire askeri bir pençe darbesiyle yere serdikten sonra parçalamaya başladı. Albina ise adamın bağırışlarının kesilmesini bekliyordu. Kimsenin duymadığından emin olduğunda adamın kanlı bedenini orada bıraktı ve ilerlemeye devam etti. Desire'ın beyaz tüyleri kana bulanmıştı. Keskin bakışları etrafı tarıyordu. Albina etrafı dinleyerek kimsenin olmadığı yerlerden yüksek bir dağın zirvesine ulaştığında Desire'ın üstünden indi. Zamanı kısıtlıydı. Ellerinin titremesine lanetler okuyarak sakinleşmeye çalıştı.
Uzun süredir kullanmadığı babasının siyah yayını eline aldı ve okunu yerleştirmeden önce okun sivri ucuyla elini kesti. Sadece babasını düşünmeye çalıştı. Nasıl öldürüldüğünü düşündü. Onu ayakta tutan intikam duygusuna sarıldı. Albina'nın kanı okun ucunu kapladığında oku yaya yerleştirdi. Karşısında düşman ordusu vardı. Dağın aşağısında uzanan çayırda büyük ordu beklemedeydi. Planı basitti. Yarı yönetici melezi olduğunu biliyordu. Kanı saf yöneticileri ağır hasta ediyordu. Savaşa çıkmadan önce bir mahkum üzerinde denemişti. Albina bunun savaşı kazanılmasına imkan sağlayacağına inanıyordu. Saf soyluları kanıyla zahirleyecekti. Bu yüzden hem Rodrigo'ya hem de Okins veliahtlarına kanını vermişti.
Albina yayını gerdi. Tek gözünü kapatıp görüş yeteneğini kullanarak uzakta olan askerleri izledi. Titreyen elinin durmasını bekledi bir süre. Ardından birine nişan aldı. Nefesini düzene sokmaya çalışarak izlemeye devam etti. Ardından hızla oku bıraktı. Ok havayı delerek ilerlerken nişan aldığı kişiyi omzundan vurdu. Albina vurduğunu gördüğü an oradan çekildi ve Desire'ın üstüne binip hızla ilerlemeye başladı. Arkasına bile bakmadan ilerliyordu. Nefes nefeseydi. Arkasından birkaç askerin geldiğini biliyordu. Onları duyuyordu. Kar hızlanmıştı. Bu Albina'nın izlerini saklayacaktı.
Albina kısa sürede oradan uzaklaştı. Desire çok hızlıydı. Albina kendi ordusuna doğru zaferle ilerliyordu. Yüzünde bir gülümseme vardı fakat yüzündeki gülümseme kısa sürede silindi. Ordusuna doğru giderken adını zihninde duymuştu. Albina hızla Desire'ı durdurdu. Sesi Rodrigo'nun sesine benzetmişti. Bir süre neler olduğunu anlamaya çalıştı. Etrafına baktı. Beyaz kar tabakasından başka bir şey gözükmüyordu. Yanlış duydum diye düşündü.
Onun burada olması imkansız.Albina tekrar ilerleyecekken kalbinde bir sızı hissetti. Sanki kötü bir şey olmuş gibi. Gözleri dolmuştu. Bu his onu mahvetmişti. Etrafına bakıyor ve neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kalbine tekrar bir acı saplandığında gözünden bir yaş düştü. Desire da oldukça rahatsız gibiydi. Desire, Albina'nın üzüntüsünü sanki anlıyordu. Albina zihninde tekrar adını duyduğunda Rodrigo'nun sesini tanımıştı. "Rodrigo!" Ona bir şey olduğunu hissediyordu. Acıyı her zerresinde hissediyordu. "Rodrigo!"
Ona bir şey olduğuna emindi. İçindeki acıyla baş etmeye çalıştı. Takip ediliyordu. Oradan uzaklaşmalıydı. Duygusal davranmazdı ama kendini tutamıyordu. Bir şey oldu diye düşündü.
Ona bir şey oldu.∆∆∆
Saray muhafızlarından biri vurduğu akbabayı eline aldı. Ayağına bağlı kağıdı çözdü. Ayağındaki notu görmüştü. Herhangi bir haber gönderileceği kendisine haber verilmediği için güvenlik açısından onu vurmuştu. Garip bir durumdu. Nereden geldiği belli değildi. Muhafız akbabanın ayağından aldığı kağıdı alıp saraya doğru ilerlemeye başladı. Güvercini bir kenara atıp saraya girdi. Koridorda ilerleyip merdivenleri çıktıktan sonra taht odasının önüne geldi. Kapının önündeki muhafıza elindeki kağıdı uzattı. "Bu az önce vurduğum kuştan aldım. Bana haber gönderildiği bildirilmedi. Nereden geldiğini anlayamadım. Bilmek istersiniz diye düşündüm."
Kapının önündeki muhafız kağıdı eline alıp başını salladı. Arkasını dönüp kapıyı çaldı. İçeriye girmesi için onay aldığında içeriye girdi. Taht odasında sadece Kral Anton vardı. Camın önünde, ellerini arkasında birleştirmiş, dışarıyı izliyordu. Muhafız içeriye girdiğinde Anton arkasını dönmüştü. Yavaşça muhafıza yaklaşan Anton gözlerini kıstı. "Ne oldu?"
"Biri gizlice haber göndermek istemiş."
Kral Anton kağıdı muhafızın elinden alıp içini açtı ve kısa mesajı okumaya başladı. Okuduğu mesajla kaşları hızla çatıldı. Bir süre okuduklarını hazmetmeye çalıştı. Elindeki kağıdı sıktığında muhafıza döndü. "Çık dışarı."
"Kötü bir şey mi oldu efendim?"
"Çık dışarı dedim!"
Anton'un taht odasında sinirle dolanıyordu. Okuduğu mesaj kafasında tekrarlanıp duruyordu. "Beklediğin savaş açılmak üzere. Bizim Albina Erom'a ihtiyacımız var."
Anton sinirle önündeki masayı fırlattı. "Demek savaş açacaksın Albina. Hayır, önce karşıma çıkacaksın."
Anton kapının önündeki muhafızı bağırarak çağırdı. Muhafız endişeyle içeriye girdiğinde Anton elindeki kağıdı sıkmaya devam ediyordu. Mavi gözleri sinirle bakıyordu. "Parkur tamamlandı mı?"
"Evet, efendim."
"Güzel. Bütün herkese haber ver. Sınav başlıyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GİRİFT : Yöneticiler
FantasyDünya'nın bilinen bir dengesi vardı. Yöneticiler zekaları ve farklı renkteki gözleriyle ayrılan varyeteleriyle bir kıtada; Koruyucular doğayı kontrol ederken bir kıtada; Katiller doğuştan savaşçı olmalarına rağmen derilerini hiçbir silah delemediği...