Neden burada olduğumu bilmiyorum. Neden kaçtığımı... Sadece koşuyorum, bu belirsizliği sorgulamıyorum. Zihnimin kontrolü bende değil. Düşünemiyorum. Çünkü düşüncelerimde koşuyorum.
Çok karanlık... Beni içine çekiyor sanki. Koşuyorum sadece, etraf çarpık dikenlerle kaplı. Bir tuzak sanki. Önümü göremiyorum ama bu beni korkutmuyor. Hissedemediğim bir duyguya sarılıyor gibiyim. Anlamsız bir yol benimki. Hiçliğin içinde koşuyorum. Ama koştukça yorgun düştüğümü hissetmiyorum sadece biliyorum.
Sonradan bir şey fark ediyorum. Birisinin elini tutuyorum. O beni yönlendiriyor. Ben bir erkeğin elini tutuyorum. O an ilk hissettiğim şey huzur oluyor. Sonra ikincisi geliyor; bu duygudan korkuyorum. Çünkü huzurun çok uzak olması gerekiyor. Yolumda duyguya yer yok. bir terslik var.
Yavaşlıyorum ve duruyorum. Elini tuttuğum adam hızla bana dönüyor. Gözlerini görünce nefesim kesiliyor. Kırmızı gözlerini karanlık olsa da çok net görüyorum. Hatta ışık saçıyor adeta. Siyah saçları dağılmış, üstündekiler yıpranmış...
"Neden duruyorsun? Burada olmamalısın. Sakın beni bulma ve buradan git. Ölmeden buradan git!"
Beni itiyor gideceğim yöne doğru. Oraya doğru gitmem gerektiğini biliyorum nedensizce. Gitmem gerekiyor ama onu bırakmak istemiyorum. Üzülüyorum. Beni arkadan tekrar itiyor. Onu dinlemekten başka çarem yok. Tek yol var. O da önümde uzanıyor. Yüzünü aklıma kazıyorum ve yeniden koşuyorum.
∆∆∆
Yatağından aniden uyanan kız nefes nefese ve ter içinde yatağından kalktı. Başı aşırı derecede ağrıyordu. Görüş açısı bulanık olsa da zamanla düzeldi. Bütün vücudu uyuşmuştu ve bunun aksine acı çekiyordu. Hatta hayatında ilk defa böyle bir acı yaşıyordu. Bu hem fiziksel hem de ruhsal bir acıydı. Bütün vücudu ağrılar içerisinde kalmıştı. Başı zonkluyor ve başının binlerce parçaya ayrıldığını hissediyordu.
İlk defa rüyasında dahi olsa bir erkeğin elini tutmuştu. Aslında bir erkekle dahi konuşmamıştı. Bunun nedeni aslında evlerinin konumu yüzündendi. Annesiyle ıssız dağların ötesinde yaşıyordu ve ölümcül bir soğuk hakimdi bu bölgede. Kuş dahi uçmazdı burada. Gördüğü tek kişi annesiydi. Ondan başka kimsesi yoktu.
Babasını hiç görmemişti. O doğmadan önce hastalıktan öldü diye duymuştu annesinden. Hiç detay vermiyordu. Annesine senelerdir soruyordu neden orada, o dağın başında kaldıklarını ama hiç doğru düzgün bir cevap alamamıştı. Onu geçiştirip durmuştu. Ve... İşte kutu gibi bir evde yaşıyor, arada avlanıp eve yemek getiriyor ve az önceden beri tavana bakıp rüyasını düşünüyordu.
O kırmızı gözlerde korku vardı. Çok iyi görmüştü. Korkuyu gözlerinde görmüş, hatta kendisi bile o korkuyu hissetmişti. Bir garip duygu onu ele geçirmişken odanın tahta kapısı gıcırtıyla açıldı ve annesi içeriye girdi.
Kız annesine her baktığında hayran kalıyordu çünkü yüzü aşırı güzel ve gençti. Hatta dışarıdan görseler onları abla-kardeş sanabilirlerdi.
"Demek uyandın." Annesi elindekilerle baş ucuna oturdu. "İlaçlarını getirdim."
Genç kız yatakta doğruldu ve küçük cam kutudaki ilacını içti. Bu ilacı kendini bildi bileli içiyordu. Annesinin dediğine göre garip bir hastalığı vardı ve bunları içmezse uygun bir dille öleceğini söylemişti. Her ay düzenli olarak içmek zorundaydı. Hatta gününü bile geçirmemesi gerekliydi. Bir keresinde bir kaç gün geçtiği için önce bütün vücudu uyuşmuş ve daha sonra da bayılmıştı. Sanki ruhu bedenini terk ediyormuş gibi hissetmişti ve annesinin dediğine hak vermiş, eğer ilacını içmezse öleceğini anlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GİRİFT : Yöneticiler
FantasyDünya'nın bilinen bir dengesi vardı. Yöneticiler zekaları ve farklı renkteki gözleriyle ayrılan varyeteleriyle bir kıtada; Koruyucular doğayı kontrol ederken bir kıtada; Katiller doğuştan savaşçı olmalarına rağmen derilerini hiçbir silah delemediği...