Şiddetli rüzgar yerini melteme bıraktığında ağaçların döktüğü yaprakların ölü bedenleri toprağın üstünü kaplamıştı. Bulutlar artık beyaz değildi. Yerini gri renge bırakmıştı. Gök sanki yırtılıyor, kuvvetli sesi tanrıya yakıştırılıyordu. Bu havanın anlamı anlaşılıyordu; nedeni biliniyordu. Bu hava beyazı karşılıyordu. Beyaz saflığın, masumiyetin, huzurun rengiydi fakat bu yıl beyaz renk kırmızıyla tanışacaktı.
Bölge duvarlarının önündeki büyük alanda atlılar dizilmişti. Mızraklar askerlerin elinde, kılıçlar kının içinde, beldeydi. Hanelerin bayrakları, davullar, mancınıklar... Herkes savaşa hazırdı.
Korns bölgesine yola koyulmadan Albina son kez arkasını döndü. Etrafta bakışlarını dolaştırdı. Belki geri dönüşü olmazdı. O tahta oturmak kaderinde belki de yoktu. Önüne dönecekken Rodrigo'yu gördü ve bu onu durdurdu. Sarayın surları üstünden Albina'ya doğru bakıyordu. Kolları geniş omuzlarından hemen altında, göğsünde birleşmişti. Bakışlarını Albina'dan ayırmıyordu. Onlar da bir kaç gün içerisinde yola koyulacaklardı. Belki de onu son görüşüydü. Yine de veda etmeyecekti. Onunla arasındaki bağı koparmak için buna ihtiyacı vardı. Onu yok saymalıydı. Hiç hayatında olmamış gibi arkasını dönecek ve hayatı pahasına savaşacaktı. Rodrigo'dan bakışlarını çekti fakat zihnine hiç beklemediği bir anda Rodrigo'nun sesi ilişmişti: Kendine dikkat et.
Albina ona cevap vermeyecekti. Bunun için direniyordu. Kendisine bunu yapmaması gerektiğini anlatır gibi başını iki yana salladı ve Desire'ın üstüne binip oradan uzaklaştı. Loras, Delarof ve birkaç askerle yola çıktı.
Delarof çok sessiz biriydi. Konuşmuyordu. Albina yolda giderken Delarof'un yanına yaklaştı. "On Delarof, Loras'ın ne zamandır yanındasınız?"
"Çocukluğundan bu yana tanıyorum." Albina Delarof'un kalbini dikkatle dinliyordu. Doğru söylemişti. "Peki elinizdeki yara nasıl oldu?"
Delarof bir cevap vermedi. Bu soruyu hep es geçiyordu. Albina yine de arada sırada onu yokluyordu. Ondan şüpheleniyordu ama ne olduğunu çözemiyordu.Uzun bir yoldan sonra Korns bölgesinin kapıları onlar için açıldı. Askerler kapının önünde dizilmiş duruyordu. Askerlerin arasından ordunun önüne geçerlerken sanki tüm sesler susmuştu. O kadar kalabalık olmalarına rağmen sessizdi ki etraf... Bu Albina için ilahi bir andı. Herkes susmuş tanrının fısıldadıklarını duymaya çalışıyordu sanki. Albina başını kaldırıp göğe baktı. Küçük bir toz gibi yavaşça inen bir tane, Albina'nın eline süzüldüğünde yavaşça fısıldadı: "Kar yağıyor."
Albina'nın hemen yanında ilerleyen Loras, eşinin elinin içinde çoktan erimeye başlamış kar tanesine baktı. "Bu işimizi zorlaştıracak."
Ordunun başına geçtiklerinde Loras orduya bir göz gezdirdi ve hepsine hitaben yüksek sesle konuşmaya başladı: "İlk kar düştü fakat durmak yok! Karda savaşmayı en iyi biz biliriz. Evimizi bizden kimse alamayacak!" Bütün askerler mızrakları yere vururken haykırıyorlardı. Loras konuşmasına devam etti: "Hernadez askerleri söyleyin; kuzeyin gözü biz değil miyiz? Hanemiz için..." Loras'ın yüzünde bir zafer gülümsemesi belirdi. Sanki çoktan savaşı kazanmıştı. Bu bakışları Albina biliyordu. Aynısı Anton'da da vardı. Kendinden emindi. Son kez orduya baştan sona baktı. "Hadi onları kuzeyin karına gömelim!"
Loras atını çevirip yola koyulurken ordu da onu takip ediyordu. Albina sessizdi. Loras'ın hiç görmediği bir yanını izliyordu. Anton'dan her ne kadar kaçsa da onun oğlu olduğu o kadar belliydi ki o an başka ne gibi özelliklerinin ona benzediğini arıyordu şimdi. Loras Albina'ya bakınca ne olduğunu sorarcasına baktı. "Çok mu etkilendin?"
Albina dalgındı. Bakışları yola döndü. "Gerçekten etkileyiciydi."
∆∆∆
Jeamar yola çıkmıştı. Riga ve Hena ise saraydan henüz ayrılmamıştı. Riga kardeşi Raena ile vedalaşıyordu. Raena arada Hena'ya sinirli bakışlar atıyor ve imalı cümleler kuruyordu ama Hena bir cevap vermedi. Onunla uğraşmak istemiyordu. Riga ve Raena sonunda vedalaştıklarında Hena ileride olan kahverengi atına pelerinini savurarak üstüne atladığında Riga da kendi atına bindi. Hena Riga'nın kahverengi büyük atına baktı. "Güçlü bir at ama hızlı değil." Riga dalga geçercesine Hena'ya bakıyordu: "Onu kimse geçemez."
"Asıl benimkini kimse geçemez... Bak ne diyeceğim: Jeamar'ın yanına ilk varan hızını kanıtlar." Hena atını hızla sürmeye başlarken Riga son anda fark etmiş ve geriden sürmeye başlamıştı. Hena'nın parlak sarı saçları bir bayrak gibi dalgalanıyordu. Riga atını biraz daha hızlandırdı ve gülerek sarı saçlı kızı takip etti.
Hena arkasına kısa bir bakış attığında Riga ona neredeyse ulaşmıştı. Önüne döndüğünde askerlerden biri karşısına çıkınca bir an ne yapacağını bilemeden yulara asıldı. Atı göğe yükselirken sıkıca tutundu. At yere inene kadar Riga çoktan Hena'nın önüne geçmişti. Hena tekrar atını sürmeye başladı ve Riga'yı takip etmeye başladı. Elinden geldiğince yetişmeye çalışıyordu ama aralarındaki mesafe kapanmıyordu. Riga sonunda Jeamar'in yanına ulaştığında Hena yavaşladı. Kaybetmişti. Bir anlık dikkatsizliği olmasa yenebilirdi. Yavaşça atıyla yanlarına gittiğinde sinirle Riga baktı. "Boş zamanımdan faydalandın." Riga ise tek kaşını kaldırarak hayretle baktı. "Nasıl başladığımızı hatırlatmama ne dersin?"
Jeamar gülerek baktığı kardeşinden bakışlarını çekip ordu komutanı ile konuşmasına devam etmek için yanlarından ayrıldı. Riga ve Hena hala tartışıyorlardı. "Bana borçlandın Hena. Benim için bir şey yapacaksın."
"Biz başta böyle bir şey konuşmadık."
"Şimdi konuştuk işte."
"Ne istiyorsun?"
"Zamanı gelince söyleyeceğim."
"Zamanımızın kısıtlı olduğunu unutma."
Hena atını hızlandırıp Okins bölgesine doğru yol aldı. Oraya varır varmaz yapacağı ilk iş ailesinin yanına gitmekti. Onları çok özlemişti. Uzun zamandır onları görmüyordu. Seslerini unutmuştu. Yüzlerini unutmaktan korkuyordu.
Uzun süren yolculuktan sonra Okins bölgesine ulaşmışlardı. Büyük kapıdan geçerken Hena gülümsüyordu. Bu kapıyı çok iyi biliyordu. Evleri biraz ötedeydi. Büyük ormanın içinde küçük bir kulubeydi. Onları sınavdan önce son bir kez görmek istiyordu. Ordu yoluna devam ederken Hena ailesini görmek için onlardan kısa süreliğine ayrıldı. Ormanın içinde atı ile hızla ilerliyordu. Atını babası, geri gelmesi hızlı olması için vermişti. Atı ise sanki evine gittiğini biliyordu. Hızla koşuyor, yıkılmış ağaç kütüklerinin üstünden atlıyordu. Orada da kar yağmaya başlamıştı. Yerler yavaş yavaş beyaz renkle kaplanmaya başlamıştı. Hena o kadar mutlu ve heyecanlıydı ki soğuk umurunda bile değildi. Ailesinin yüzündeki şaşkınlığı görmek için can atıyordu.
Hena evin tahta duvarlarını gördüğünde bağırdı: "Anne! Baba!" Son hızla evinin önüne geldiğinde atını zorla durdurmuş ve titreyen ayaklarıyla attan inmişti. "Anne! Baba! Ben geldim!"
Önce etrafına baktı. Bağırmasına rağmen cevap vermeyen ailesini evden uzakta arıyordu. Bahçeyi dolaştı ama ailesini göremedi. Sonunda evinin önüne geldiğinde kapının önünde gözlerine bir şey ilişti.
Yağan kar gözlerinin önünden sanki ağır ağır düşünüyordu, zaman durmuştu. Hena yavaşça yere çöktü. Titremekten kontrol edemediği ellerini yerde duran yaprağa doğru yöneltti. Üstüne damlamış kan kurumuştu. Hena bir süre yerde dizlerinin üstünde durdu. Kımıldayamıyordu. Kapıyı açtığında karşılaşacağı manzaradan korkuyordu. Burnuna bir koku geldiğinde hıçkırarak ağlamaya başladı; ölüm kokuyordu.
Hena yavaşça ayağa kalktı ve elindeki yaprağı sıktı. Yaprak Hena'nın elinde ufalanırken Hena ayağıyla kapıyı yavaşça itti. Burnuna gelen koku bütün bedenini sararken dayanamayacağını düşündü. İçinde olan küçücük bir umut onu ayakta tutuyordu. Evine girdiğinde yıkılmış, parçalanmış eşyaları göz yaşlarıyla baktı. İçerisi karanlıktı. Kırık camdan içeriye sızan ışık, soğuk ve kar taneleri içeriye süzülüyordu. Hena bir kapının önüne geldiğinde yavaşça kapıyı itti. Kapı gıcırdayarak açıldığında Hena karşılaştığı manzara ile ağlarken bağırıyordu. Babası yatağın dibinde kımıldamadan yatıyordu. Gözleri kapanmıştı. Kucağında annesi vardı. İkisi de kanlar içerisindeydi. Gözleri boşluğa bakıyordu. Hena duvardan destek alarak ayakta kalmaya çalıştı. Gözlerini sıkıca kapattı. Hepsi kötü bir rüya olmalıydı ama değildi. Zar zor annesinin yanına doğru ilerledi. Boş bakan gözlerini eliyle kapattıktan sonra çürümeye yüz tutmuş yüzünü okşadı. "Bunu size yapanları bulacağım!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GİRİFT : Yöneticiler
FantasiDünya'nın bilinen bir dengesi vardı. Yöneticiler zekaları ve farklı renkteki gözleriyle ayrılan varyeteleriyle bir kıtada; Koruyucular doğayı kontrol ederken bir kıtada; Katiller doğuştan savaşçı olmalarına rağmen derilerini hiçbir silah delemediği...