Suratımda samimi olmayan tebessümle oturma odasına doğru ilerlemeye başladım. Daha adını bile bilmediğim bu çocukla beni nasıl baş göz etmeyi düşünebilirler, aklım almıyor. Yavaşça yürüdüğüm koridorun sonunda oturma odasının kapısına gelebildiğimde derin bir nefes aldım ve her şeyin hayırlısı olacağına inanmaya çalıştım.Kapıdan ağır hareketlerimle geçtim ve annemin oturduğu çift kişilik koltuk takımında yerimi aldım.
"Yok efendim, yok! Bir yılı kaldı üniversitesinde. Ondan sonra da öğretmen olacak, bakalım ataması nereye çıkacak," deyip kafasında ki eşarbı el çabukluğuyla düzeltip konuşmasına devam etti, annem.
"Sizin oğlan ne okudu acaba? Kusura bakmayın ilk sormam gerekenleri soramadım ama..."
"Yok canım! İşte bizim oğlan babasından geriye kalan şirketi devam ettiriyor. Üniversitesini Ox- İstanbul'da okumuştu, geldi şimdi de burada bir üniversite bitirmeyi hedefliyor," derken oğlundan yediği dirsek ile morali yerle yeksan olmuştu. Genç delikanlı, ilk gördüğümden daha rahat oturuyordu şimdi. En başta bana bakmadan oturuyordu ama şimdi başını önüne eğdiği falan yoktu.
Bu sırada babamın oturma odasında olmaması dikkatimi çekmişti. Belli ki kafa dinlemeye gitmişti, camiye. Camiler babamı rahatlatan tek kaynak denebilir. Camilerin iç tasarımı, kokusu, orada bulunan manevi değeri yüksek malzemeler babamın ruhunu alıp, cennette bir köşeye koyuyor sanki de bizi unutuyordu oradayken.
"Babam çıktı mı?" diye laf arasında anneme sormuştum merakımdan. Annemde "Az önce çıktı işte," deyip kestirip atmıştı sorumu.
"Ee kızım, sen nasılsın? Konuşamadık hiç," diyen kadının kızım kelimesinden kastını yeni yeni anlamaya başlamıştım.
Fazla bekletmeden de "İyiyim, teşekkürler. İsminiz neydi bu arada?" diye yanıt verdiğimde, suratındaki gülümseme bir anda yerini şaşkınlığa bırakmıştı. Çok geçmeden de eski hâlini almıştı.
"Melda... Melda Mim. Bu da oğlum," derken yanında rahatlıktan koltuğun içine göçmek üzere olan oğlunu gösterdi. "Yusuf Mim," deyip oğlunun yüzüne baktı. Sonunda o da doğrulmayı hatırladığında, dik duracak bir şekilde yasladı sırtını koltuğa.
"Sende Mahru Hacıoğlu, değil mi?" Tanıyorsun madem, neden bir daha soruyorsun ki? Konuşmak yerine başımı olumlu anlamda salladım iki kere. Bakışlarım yerdeydi ve nefes alışlarım düzensizdi. Kriz geçirmem olasıydı. Gözlerimi kapattım ve konuşmaya devam eden annemlerin seslerinden soyutlanmışım gibi duyamamaya başladım.
Kalp ritim bozukluğum var ve bu sayede durduk yerde heyecanlansam, sinirlensem hemen kriz geçirmeye başlıyordum. Kriz anında doktor müdahalesi olmadan da hiçbir ilaç fayda etmiyordu.
Kendimi iyi hissedemeyince zorla içime çektiğim nefes ile "A-anne!" diyebilmiştim. Annem bana döndüğünde, kıpkırmızı olduğunu tahmin ettiğim suratımı gördüğü an eline telefonunu aldı. Gözlerim kararmaya başlamıştı. Melda hanım ve oğlu başıma toplanıp, ellerinde ki -ne zaman aldıklarını anlamadığım- su bardağının içinde bulunan suyu yüzüme, el yordamıyla fırlatıyorlardı.
Hiçbir sesi duyamamaya başlamıştım. Gözlerim açıktı, hissediyordum ama net göremiyordum etrafı. Nefes alırken, almaya çalışırken kalbim karıncalanıyordu. Nefes almasam yeriydi! Kendimi koltuğa doğru iyice yasladıktan sonra "Odadan çıksın, o," diye adının Yusuf olduğunu öğrendiğim delikanlıyı, işaret parmağımla gösterdim.
Benden hemen sonra da annesi Melda hanım, bir şeyler diyerek onu odadan çıkarmayı başarmıştı. Benim annemde sebebi anlamış olmalı ki kafamdaki şalımın ucunu arkamdan çözmeye başlamıştı. Boynumu, boğazımı açacağım için onun odadan çıkmasını istemiştim. Bana haram olan birisine boynumu veya saçımın bir telini göstermem, gireceğim en son günahlardandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHRU
SpiritualMahru ve Yusuf *** "... Bu yüzden Allah'ın huzurunda sana tekrar soruyorum..." dedikten sonra sağ elimdeki tektaşı nazikçe çıkardı ve önümde dizinin üstüne çöküp, başını da önüne eğdi. "Sana istediğin gibi bir eş adayı olmak isteyen bu adamla evlen...