Etrafımızda ne çok insan olduğunu, bazılarından kazık yemeye başladıkça anlıyoruz. Hatta öyle ki bazen yediğimiz kazıkları görmezden gelmeye çalışıyoruz. Çalıştıkça iş güçleşiyor ve boşa vakit harcadığınızı anlıyorsunuz. Oysa ki ne gerek var o kadar çok kişiye. "Az insan, çok huzur" diyorlar ya; işte bu cümle kim ne derse desin her insanın aslında ihtiyacı olan temel konu.Benim hiçbir zaman arkadaş çevrem çok geniş olmadı. Olabilirdi. Olmadı. Müsaade etmedim. Gamze ve birkaç kız daha bana yeterli olanıydı zaten. Hatta sadece Gamze yeterliymiş, onu da liseden sonra anladım.
Yanımdaki Gamze'nin koluna girdim ve gözümün önünden Gamze'ye dair anılar geçerken her birine tek tek gülümsedim. Şimdiye kadar bana zararı olmamıştı. Karşılıklı fedakarlıklarla buraya kadar getirilmiş bir arkadaş bağımız vardı. Hatta daha fazlası da olabilir...
"Mahru, sarhoş gibi yürümeyi bırakıp kendine gelir misin?" Kolumdaki eksikliğe bakıp tekrar Gamze'ye döndüm. Caddedeydik. Kına gecesine uygun bir otel lobisi veya toplantı salonu tutmak için beraber yola çıkmıştık. Hâlâ daha Bursa'da düzgün bir otel bulmayı planlıyorduk. Ancak bulduklarımızı da Gamze beğenmediği için bu konuda işimiz zorlaşıyordu.
"Gamze. Az önceki toplantı salonu güzeldi. Zaten çok fazla kişi gelmeyecek. Bırak tutalım orayı." Neredeyse bir haftadır sıcak hava altında kalan bünyem daha fazla güneş görmeye tahammül edemeyecekti.
"Olmaz Mahru! Enişteden kesin talimat var diyorum sana, anlamıyor musun?" diye bilmem kaçıncı kez söylediği cümlesiyle tekrar sitemlere bürünmüştü. Ne ara Yusuf'la bu konuyu konuştular onu da anlamıyorum ki(!).
"Pekâlâ. O zaman ben bir yerde oturup bekleyeyim. Sen uygun bir yer bulunca bana haber edersin. Nasıl fikir?" Ayağımdaki spor ayakkabılar rahatsız etmeye başlamıştı ve benim tahammül seviyem gittikçe azalıyordu.
"Saçmalama Mahru. Kafana güneş mi geçti?"
"Valla geçmiş olabilir, hiç şaşırmam." Etrafta oturabileceğim bir yer arayan gözlerim çaresizlikle yuvalarına dönerken az önceki mutluluğumdan eser kalmamıştı. Gerçekten iyice bunalmıştım. "Keşke arabanla gelseydik, hem sıcaktan beynim kulak memesi kıvamına gelmezdi."
"Tövbe tövbe!" deyip adımlarını hızlandıran Gamze'ye yetişmekte zorlandığım sıralarda telefonu çaldığı için tekrar yavaşlamak zorunda kaldı. Telefonu açtıktan sonra "Efendim canım?" deyince, arayanın Görkem olduğunu anladım. Görkem ile Gamze'nin arasındaki bağ liseden beri meydanda duran ancak utançlıkların müsaade etmediği saf bir bağ idi. Bu yüzden aralarında bir mesafe olduğu kadar samimiler de. Görkem, çoğu kızın özenerek aradığı sevgiyi Gamze'ye karşılıksız veriyordu. Herhalde onları özel kılan da buydu... birbirlerini karşılıksız seviyorlardı.
Omzuma taktığım çantanın titremeye başlaması ile düşüncelerimin arasından aniden çıktım ve küçük çantamdan küçük telefonumu çıkardım.
Yusuf Mim Arıyor...
Geç bile kaldı. Derin bir nefes aldım ve telefonu açıp kulağıma götürdüm. "Efendim Yusuf?" Gamze gibi güzel sözler söyleyebilirdim ama ne beynim ne de dilim buna hiç alışık değildi.
"Nasılsın canım?" Ama beklenenin aksine benim yerime de konuşan Yusuf, bu konuya takılmıyordu. Yüzümde tekrardan ister istemez oluşan gülümseme ile "İyiyim, sen?" dedim. Yanımdaki Gamze'de bizden farklı bir şey konuşmuyor gibiydi.
"İyiyim bende. Ne yaptınız? Beğendiniz mi bir yerler?"
"Yaklaşık iki saattir sonu gelmeyen bir caddede yürüyoruz. Sen Gamze'ye talimat verdin diye..." Gayet sitemkar bir halde konuşmuş olmam, Gamze'nin de dikkatini çekmiş olmalı ki dirseğiyle koluma vuruyordu. Telefonda yükselen kahkaha sesi, çattığım kaşlarımı düzeltip benimde gülümsememe sebep olmuştu yine.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHRU
SpiritualMahru ve Yusuf *** "... Bu yüzden Allah'ın huzurunda sana tekrar soruyorum..." dedikten sonra sağ elimdeki tektaşı nazikçe çıkardı ve önümde dizinin üstüne çöküp, başını da önüne eğdi. "Sana istediğin gibi bir eş adayı olmak isteyen bu adamla evlen...