Aklımı çelmesine izin vermek istemediğim düşünceler, ne iş yaparsam yapayım sürekli gözümün önünde canlanıp duruyordu. Ne sakin kalmak ne de beynimde zonklayan ağrıyı durdurmak mümkün değildi. İçtiğim ilaçlar, yaptığım masajlar... hiçbirinin fayda etmediği huzursuz bir hafta sonu geçirmiş ve aynı huzursuzlukta da yeni bir haftaya başladım.Gamze'yle aramızı düzeltmiştik. Yusuf sayesinde de anneme olan biteni anlatmak zorunda kalmıştık. Annem ise her şeyi pozitif bir enerjiyle sakince karşılamıştı. Hastanenin çıkışına babam gelip almayı tercih etmişti ve Yusuf'u da tek başına evine gitmesi için tembihlemişti. Hiçbir zaman gerçek bir baba-oğul ilişkisi kuramayacak olmalarına üzülmek bir yana kahroluyordum. Kendimi avutabildiğim tek konu annelerimizin bizlerle olan sıkı ilişkisiydi. Onu da Allah'ım korusun...
Başımda ki ağrı için yeni bir ağrı kesiciyi suyla yutup hazırladığım çantamı koluma alıp evden ayrıldım. Annem, Yusuf'un ananesiyle çeyizim için birkaç şey daha bakacaklarını söyleyip evden benden önce çıkmıştı. Düğüne topu topu on dokuz gün kalmıştı ve daha evimiz bile tam olarak hazır değildi. Ben bunları kafama takmayayım diye bizzat kendisi ilgileneceğini söyleyen Yusuf'a güvenmekten başka çarem yoktu.
Aklıma gelmişken Yusuf'u aramayı düşündüm ve çantamdan telefonumu çıkarıp Yusuf'un numarasını çevirdim. Kulaklık yardımıyla da kolaylık sağlayıp çantamı koluma geri taktım. İki kere çalan telefonu sonunda, "Mahru'm?" diye açınca yüzümde istemsiz bir gülümseme oluştu. "Yusuf, nerelerdesin?" Konuyu uzatmadan amacıma ulaşmalıydım.
"Şirketteyim. Az sonra önemli bir toplantıya gireceğim. Bir şey mi oldu?" Arkadan gelen asansör sesi başımdaki ağrıyla dalga geçiyor olmalıydı. Resmen başımda çığlık gibi ötüyordu!
"Şey...ben eğer akşama doğru müsait olursan eve gidelim, bende bir bakayım diyecektim."
"Sen bugün saat dört gibi çıkıyorsun değil mi?" deyip ufak bir öksürük krizi geçirdi. "Yusuf, iyi misin sen?" deyip öksürüğünün durmasını bekledim. Hasta falan mı oluyor bu adam?
"İyiyim ben, gıcık tuttu. Neyse, ne yapalım biliyor musun? Sen kendi arabanla git, bende seni orada karşılayayım. Konumu atarım," deyip beni başından savmaya çalıştı. Şaka yapıyor olmalı.
"Tek başımayken hiç araba kullanmadım Yusuf. Saçmalama. Dışarıdan da gelebilirim. Acelen varsa kapat telefonu."
"Öyle mi demek istedim Mahru, yanlış anladın. Sadece..." deyip beklemeye başladı. Beni de merak ettirip peşinde dolandırmaya çalışıyordu herhalde. Tövbe ya! "Tamam lan! Geleceğim. Ama saat tam dörtte kapıda ol. Evi görmen gerekiyordu zaten. İyi oldu bu. Neyse şimdi kapatmam gerek, seni seviyorum."
"Allah'a emanet ol!" deyip uzatmadan telefonu yüzüne kapattım ve istemsiz olarak çattığım kaşlarımı da düzeltip yoluma öyle devam ettim.
***
Üniversiteye geldiğimde Gamze'yle buluşup blok iki derse girdik. Her ne kadar dersin sonuna doğru bayılacak gibi olsakta kendimizi zorlayıp dersin sonuna kadar bekleyebildik. Çıktığımızda ise diğer ders için yirmi dakikalık bir mola vaktimiz vardı. Kafeteryaya gidip her zamanki sıcak kahvelerimiz yerine soğuk meyve sularından aldık ve amfiye öyle gittik. Oturduğumuz sıraların arasında zayıflığı yüzünden kaybolan Gamze'nin görüşmediğimiz iki günde bile ne kadar kilo verdiği gözümden kaçmamıştı.
"Kaç kiloya düştün sen yine?" deyip başımı elime yasladım ve bakışlarımı doğrudan Gamze'ye çevirdim. Ben öyle deyince ilk önce karnına sonra da bana bakıp içeceğini içmeye devam etmesi, farkında olmadığı anlamına geliyordu. Bana inat yapıyor olmalı. Yanında obez gibi duracağım yakında(!).
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHRU
SpiritualMahru ve Yusuf *** "... Bu yüzden Allah'ın huzurunda sana tekrar soruyorum..." dedikten sonra sağ elimdeki tektaşı nazikçe çıkardı ve önümde dizinin üstüne çöküp, başını da önüne eğdi. "Sana istediğin gibi bir eş adayı olmak isteyen bu adamla evlen...