1-Asi

2.9K 136 25
                                    

      Dolunay gökte parlıyordu: soğuk, güzel ve kayıtsız.

      Derken bir erkeğin haykırışı duyuldu.

      Bu, bu geceki çığlıkların ne ilkiydi ne de sonu.

      Can acısıyla dolu bir feryattı. Fısıldaşmaların uğultularını, iblislerin hırıltılarını, ufak tefek yangınların çıtırtılarını boğup attı. Harabeye dönmüş köşkün kırık camlarından taşıp serin geceye doldu.

      Yırtılan kaslar, kopan damarlar, sıcak kanın kızıl kokusu... Kalbi göğsünden koparılıp alınan adam daha yere düşmeden öldü. Acıyla kasılmış bedeni ağabeyinin ayakları dibine yığıldı.

      Büyük Avcı Ev'inin hırpalanmış diğer odalarında bekleşenlerden kimisi kederle, kimisi tatminle, kimisi ise hiçbir şey hissetmeden öylesine anladı ki son oğul da ölmüştü.

      Genç kadın elindeki sıcak etle cesede arkasını döndü. Uzun boyluydu. Kızıl eti sarmış uzun parmakları bembeyaz kıvrık pençeleri andırıyordu. Kanlar parmaklarından, etten süzülüyor, minik pıtırtılarla pıt pıt el dokuması halıya damlıyordu. Kadın halıda izler bıraktığına aldırmadan ağır ağır yürüdü. Yemek masasına yaklaştı ve elindeki kalbi diğer ikisinin yanına yavaşça bıraktı. İpek örtü bu taze kanı da iştahla içine çekti. Şimdi yan yana dizilmiş üç kalp olmuştu. Islak ıslak parlayan, kan kokan ve artık atmayan, üç insana ait üç kalp yemek masasının uçları yanmış ipek örtüsünü lekeliyordu.

      Olması gereken yerden koparılıp alınmış üç kalp...

      Bir eşin ve iki oğulun kalbi...

      Ailesi...

      İhtiyar adamın önünde duruyordu.

      Yapılan her şeyin bir bedeli vardı.

      Hala için için yanan el oyması birkaç eşyanın iç çeken çıtırtıları hariç yemek odası, doldurulup duvara asılmış iblis kafasının her daim sahip olduğu ölüm sessizliğine büründü. İncecik kara dumanlar camları paramparça büyük pencerelerden dışarı süzülüyordu. Duvarları taş ve tılsımlarla örülmüş, bir saat öncesinin heybetli Avcı Ev'i harabeye dönmüştü. Savaş kaybedilmiş, küçük bir kale olan ev düşmüştü. Herkes bunun böyle olacağını biliyordu. İhtiyar da biliyordu. Yenileceğini bile bile savaşa yürümek... İntihardı bu. Çok kişi ölmüştü. Sevilenler ve sevilmeyenler... Ama evin sahibi İhtiyar Avcı daha ölmemişti. Onun ölümü evinin hızlı yıkımı kadar merhametli olmayacaktı.

      Genç kadın masanın öteki ucuna, İhtiyar'ın karşına oturdu. Yüzünde ne kazanmış birinin gururu ne de aldığı canların azabı vardı. İhtiyar Avcı kan çanağına dönmüş gözlerle izledi onu. Gözbebeklerinde saf nefret yanıyordu. Ailesinin ölümünü izlerken o gözleri bir an olsun kırpmamıştı. Sımsıkı kapattığı, yaralarından kan sızan dudaklarını aman dilemek için bir milim aralamamıştı.

      Büyücülerin Kara Taç'ı. Gece. O kadın, İhtiyar'ın nefret ettiği her şeydi.

      "Kazandığını düşünme," dedi İhtiyar karşısındaki kadına. Kırık burnu yüzünden mi, yoksa öfkesinden mi, sesi boğuk çıkıyordu. "Döktüğün kanların içinde boğulacaksın."

      Çaresizlikle söylenmiş sözler değildi bunlar. Gerçek çaresizliğin ne olduğunu bilirdi Gece. Bilecek kadar çok şey görmüştü. Çaresizlik ruhu ezen bir şeydi. Kolay kolay taklidi yapılamaz bir ıstırap. İhtiyar çaresizlikle ya da kederle konuşmuyordu.

AY IŞIĞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin