S-Bölüm 50

884 60 29
                                    

Selin

Karşımda suçlu suçlu gözlerini benden kaçıran bir adet Burak varken nasıl hissedeceğimi bilemedim. Hani biz birbirimize dürüsttük, hani bizim gizlimiz saklımız yoktu! Ne olmuştu şimdi?
Geçtiğimiz bir hafta boyunca yaşananları düşündüm. Egeden hemen bahsetmediğim için Burak'ın verdiği tepki... beynim uyuşmuş gibiydi. Arif ağabeyin sesini duyana kadar nerede olduğumuzu bile unutmuştum.

"Burak, isterseniz siz Selin ile asma kata çıkıp bir konuşun koçum." Burak önce bana baktı, sadece ona bakıyordum ve bir şey diyemedim. Sonra başını sallayarak Arif ağabeyi onayladı ve eliyle yavaşça beni merdivenlere yönlendirdi. Merdivenlerden yukarı çıkarken ahşap duvarlar karşıladı bizi. Karşılıklı duran iki kanepe, ahşaptan yapılmış oymalı bir dolap ve küçük bir masa vardı. İleri tarafta lavabo olduğunu düşündüğüm bir yer gördüm. Etrafa şöyle bir göz gezdirdim, Sade ve sakin bir hava hakimdi.

"Burası Ada'nın odası." Burak'ın temkinli sesine karşılık benimki çok cılızdı. Kesik kesik konuşuyordum.

"O hep burada mı kalıyor yani? Neden? Ailesi şehir dışında mı yaşıyor?" Arka arkaya sıraladığım sorulara karşılık derin bir nefes aldı ve beni cam kenarında duran kanepeye oturttu. Yanımdaki sehpada orta boyda bir tuz lambası duruyordu. Ada'nın bunu ne için kullandığını merak ettim. Tabii bu tuz lambasından önce merak ettiğim başka şeyler vardı. Burak da tam karşıma, diğer kanepeye oturup ellerini birbirine kavuşturdu.

"Ufaklık, anlatacaklarım kafanı karıştırabilir hatta benden uzaklaşmana neden olabilir.
Yine de dinlemek istiyor musun?" Dinlemek istiyor muydum? Evet, ne olursa olsun her ne anlatacaksa bilmek istiyordum. 'Evet' dedim yavaşça. Tekrar derin bir nefes aldı, ellerine bakıyordu. Gözlerim beni yanıltmıyorsa ellerinin terlediğini rahatlıkla söyleyebilirdim.
Hem de bu havada! Dışarıda kar yağarken içeride elleri titreyen bir adet Burak. Vay canına!
Sessizce anlatmasını bekledim. Bir yandan çok zorlandığını görüyordum diğer yandan da merakımdan deli gibi anlatmasını istiyordum. Anlatacaklarından korkmalı mıydım acaba?

"Biliyorsun ben dört yaşımdayken anne ve babamı trafik kazasında kaybettim." Yüzünden bir bulut geçti. Sanki o güne geri dönüyor gibiydi. Bu konuda ne kadar hassas olduğunu biliyordum ve onu üzülürken görmeye dayanamadım. Onu biraz olsun bu havadan çıkartıp gülümsetmek istedim.

"Bak ama çok şükür yanında Şeker Teyze ve deden vardı, yalnız kalmadın." dedim yüzüme buruk bir tebessüm oturtarak. Beni duyar duymaz hızla başını kaldırdı, gözlerinde daha çok acı vardı.

"Öyle olduğunu mu sanıyorsun? Sence gerçekten ben öksüz ve yetim kalır kalmaz beni bağırlarına mı bastılar? Hayır ufaklık hiç de öyle düşündüğün gibi olmadı." Doğru mu duydum diye kendimi yokladım.

"Ne?" Ne demek öyle olmadı!? Dört yaşında savunmasız ve yapayalnız mı bırakılmıştı yani? Çok şaşırmıştım.

"Duydun, yanımda değillerdi. Şeker prensesimi ve o adamı ilk gördüğüm günü hiç unutmayacağım!"  'O adam' diye bahsettiği kişi dedesi miydi acaba?

"Hastanedeydim, başımda küçük bir kesiğim ve kollarımda çiziklerim vardı. Yanıma gelen herkese durmadan annemi ve babamı soruyordum. Hemşireler beni oyalamaya çalışıyorlardı. Bir ara oyun olsun diye kollarımdaki çizikleri bile saymıştık. Hemşireler hep annemleri sorduğum zaman 'Çok yorulmuşlar o yüzden şimdi uyumaları gerekiyor' diyorlardı. Hayal meyal Arif ağabey'i hatırlıyorum. Bulunduğum odadan içeri girmiyordu ama sürekli durumumu sorup ortadan kayboluyordu. Çocuğum ya, hep birlikte oyun oynadığımızı sanıyordum. O, kapıdan içeri doğru her baktığında ona ateş ediyor gibi yapıyordum gülerek." Anlatırken yüzünde, dört yaşındaki o küçük erkek çocuğunu görebiliyordum.

SELİN (Tamamlandı) #WATTYS2019Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin