Wanna One - Burn It Up
Jennie
Derin bir nefes alarak, ayakkabılarımın okulun geniş zemininde ses çıkarmasına izin verdim. Hızla yürüyordum çünkü öğle arasıydı ve şu an, Yoongi'yi yalnız bulabileceğim sınırlı zamanlardan biriydi. Kan içmeyi bitirmiş olmasını dileyerek her zaman takıldığı yerlerden birine geldim. Okulun kuytu köşesinde bir depoydu ve bence öğretmenlerin ve idarenin de bu depodan haberi yoktu.
Kapıyı tıklama gereği duymadan, içeriye daldığımda Yoongi'yi bir sandalyeye yayılmış sigara içerken bulmuştum. Dumandan dolayı hafifçe öksürdüm ve kaşlarımı çattım. Beni fark etmişti ama yüzünde en küçük bir mimik bile oynamamıştı. Beni görmezden geliyordu, her zamanki gibi.
"Yoongi." dedim sertçe. "Vampirlerin sigara içtiğini bilmiyordum."
Hafifçe güldü. "Ben de buraya gelmeye cesaretin olduğunu bilmiyordum. Büyü falan mı yaptın kendine?"
"Uzatma," dedim. Sinir kat sayım her dakikada daha da artıyordu. "Ne diye Jimin'e onu sevdiğimi söyledin?"
Bitmek üzere olan sigarasını son kez derin bir şekilde içine çekmiş, ardından sigarayı yere atarak ayağıyla ezmişti. Sadece bir saniye kadar sonra önümde bitiverdiğinde, irkilerek birkaç adım geriye gitmiştim.
"Sana iyilik yaptım. Onu sevdiğini sen söylemiştin."
"Jimin'in bilmesini isteseydim, ona söylerdim."
Tekrar güldü. "Zaten eğlenceli olan kısım bu, Jennie. Bilmiyormuş gibi yapma."
Gözlerimi devirip, sinirle soluduğumda yavaş adımlarını kapıya yönlendirmişti. Kafasını hafifçe arkaya çevirip bana baktı.
"Bir daha sakın buraya gelme." Kapıyı açmış ardından dışarı çıkmıştı. "Ve, oyunda sana iyi şanslar."
"Ne?"
Başka bir şey söylememe kalmadan ışık hızında odadan uzaklaşmıştı. Ellerimi saçlarımdan geçirip, daha demin Yoongi'nin oturduğu sandalyeye güçlü bir tekme attım. Bu çocuk, gerçekten sinirlerimi bozuyordu.
***
"Geldiğin için çok teşekkür ederim, Jennie."
Okulun önündeki banklardan birine oturmuş öylece konuşuyorduk. Elimizde birer kahve vardı. Aslında, çok da önemli bir an değildi ama Jimin'in gözleri öyle parlıyordu ki; onun gerçekten önemsediğini görebiliyordum. Pekala, bu güzel hissettirebilirdi fakat benim ona karşı bir şey hissettiğim söylenemezdi. Sonuçta, tam olarak tanımıyordum bile. Bu yüzden de tek hissettiğim mahcupluk ve ne yapacağını bilememe endişesiydi.
"Rica ederim." dedim. "İyi vakit geçireceğimize eminim."
"Kibar ve iyi kalpli birisin gerçekten. Seni yanlış anladığım halde beni kırmayıp buluşmayı kabul ettin."
"Hayır, Jimin." dedim gözlerimi ellerime dikerken. Sürekli parmaklarımı kütletip duruyordum. Gerginken böyle yapardım, çocukluğumdan kalma saçma bir alışkanlıktı. "Asıl iyi olan sensin."
Hafifçe gülümsemişti. "Ee, bana biraz kendinden bahsetsene."
"Söyleyecek pek bir şey yok aslında," diyerek omuz silktim. "Bir büyücüyüm. DNA'mızda büyücülük var. Ailem yıllardır, güçlü büyücülerden oluşuyor."
"Oh," dedi Jimin kafasını aşağı yukarı sallayarak. "Üzerindeki baskı oldukça fazla olmalı."
"Ya," dedim. "Ne yazık ki öyle."
"Başka bir şey yok mu?"
Jimin'in merakla bakan gözlerine karşılık hafifçe tebessüm ettim. "Bir kız kardeşim var. Amerikadaki okulda okuyor. Ben Kore'den ayrılmak istemedim. Pek fazla hobim olduğu söylenemez, sadece arkadaşlarımla takılmayı severim ve ara sıra da bize öğretmedikleri büyüyleri öğrenmeye çalışıyorum kendi kendime."
Jimin gözlerini kısacak derecede kocaman gülümsemişti. "Ama bu yasak değil mi?"
"Evet, bu bir sır, saklamalısın bunu."
İkimiz de gülmeye başladığımızda arkasına yaslanmış ve gözlerini bir an olsun ayırmadan beni izlemeye başlamıştı. Utanarak, gözlerimi kaçırdığımda kıkırdığındadığını hissettim.
"Havalı olduğunu biliyordum, ama bu kadar tatlı olduğunu fark edemediğim için özür dilerim."
Gülümseyerek söylediğinde ben de gülümsedim. Ama yanaklarımın daha fazla kızarmaması için konuyu değiştirmem gerekiyordu.
"Sen bana kendinden bahsetmedin?"
"Ah, doğru." dedi usulca. "Ne söyleyebilirim pek bilmiyorum aslında. Normal bir kurtum. Ormanı severim ve temiz havayı da. Fakat, kurtların bir şeyleri elde etmek için öldürmesinden hoşlanmıyorum. Doğama aykırı biliyorum, ancak bu engel olamadığım bir dürtü diyebilirim." Derin bir nefes aldı. "Açıkcası vampirlerle kendi soyumdan daha iyi anlaşıyorum. Yoongi ve Jungkook ile yakın arkadaşım."
"Evet," dedim Yoongi'yi hatırlamak beni sinir ederken. "Biliyorum."
Jimin tekrar gülümsemişti ve biraz daha sohbet ettikten sonra telefonunu cebinden çıkardı.
"Zaman hızlı geçmiş," dedi minik gözlerini büyütürken. "Neredeyse derse geç kalacaktım. Şimdi gitmem gerek, Jennie. Bundan sonra sık sık konuşuruz, değil mi?"
"Tabi ki konuşuruz," dedim gülümseyerek. Ona hiçbir zaman bir şeyler hissetmeyecek olsam dahi, onunla konuşmak eğlenceli ve rahatlatıcıydı. En azından arkadaş olabilirdik, bu hiç konuşmamaktan iyiydi. Bence, daha az kırardı.
Jimin bana hafifçe sarıldığında, beni ürkütmemek istediğini düşünmüştüm, kendimi garip bir şekilde iyi hissettim ve rahatsız olmadım. Kocaman gülümseyerek veda etmiş ve arkasını dönerek ilerlemişti.
Derin bir iç çekip kendi sınıfıma gitmek amacıyla birkaç adım atmıştım ki ilerdeki ağaçların arasında Taehyung'u gördüm. Göz bebekleri kıpkırmızıydı. O kadar sinirli görünüyordu ki, kendini engellemese bir kurda dönüşeceğini ve önüne ne gelirse parçalayacağını düşündüm.
Bakışları, Jimin'in üzerinde dolaşıyordu.
××××
Diğer bölümü Lisa'nın ağzından yazacağım ve sonra böyle karışık ilerleyecek.
Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi söylemeyi unutmayın lütfen ❤❤ Sizi seviyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
house of cards ❅ bts•bp ✓
FanfictionCadıların, vampirlerin, büyücülerin, kurt adamların.. Aklına gelebilecek tüm garip insanların olduğu bir kent düşün. Burası senin hayal gücünün oluşturduğu kent, bir ütopya. BTS & Blackpink ©nemesislau2018 ✨ Bu kitap kapağı Balaccie'nin Büyü Dükka...