The Rose - Sorry
Jisoo
"Sen," dedim titreyerek. Bayılacak gibi hissediyordum. "Beni kendine mi mühürledin?"
Jin beni korkutmamak adına sırtımı sıvazlamıştı. "Evet," dedi sakince. "Biz artık birbirimize mühürlendik."
Kalbim göğüs kafesimi delip geçmek istercesine hızlı atıyordu. Sanki şu an olanlar gerçek değil gibiydi. Nefes alamıyordum. Korkuyordum. "Hayır," dedim derin bir nefes almaya çalışarak. "Bu doğru değil. Bunu yapmak imkansız." Sonra gergince gülmüştüm. "Benimle dalga geçiyorsunuz değil mi?"
"Jisoo," dedi Jin yalvarır gibi. "Lütfen gel şuraya oturalım. Sen sakinleştikten sonra konuşuruz. İyi değilsin."
"Oturmak istemiyorum!" dedim sinirle. Neler olduğunu anlamaya çalışıyordum ama bu mümkün görünmüyordu. "Bana anlat, nasıl.. Bu nasıl olabilir?"
"Büyüyle," diyerek gözlerini yandaki koltuğa çevirdi Jin. "Büyü sayesinde oldu."
Ben de Jin'in baktığı koltuğa baktığımda başını öne eğmiş, ağlayan bir Rose ile karşılaşmıştım. "Rose," dedim zorlukla. "Sana ne oldu-" Ve işte tam da o an her şeyin farkına varmıştım. Tüm taşlar yavaş yavaş yerine oturuyordu. Jin'in benden gizli yaptığı araştırmalar, bana garip davranması, Rose'un tüm gün bana bir şeyler söylemeye çalışması.. Rose büyü yapmıştı. Bu büyü sayesinde de Jin beni ısırdığında ölmemiş, ona mühürlenmiştim. Dehşete düşmüş bir şekilde ikisine bakıyordum. Rose bana bunu nasıl yapabilirdi? Bunun ağırlığının farkında değil miydi? Jin ya da ben.. İkimizden biri ölmeden bu mühür asla bozulmazdı. Neden, neden bana hiçbir şey sormamışlardı? Bu benim tercihimdi. Sadece Jin'e ait değildi. Rose'a ait hiç değildi.
"Gitmek istiyorum." dedim yutkunarak. "Jin, kapıyı aç gitmek istiyorum."
Rose kan çanağına dönmüş gözleriyle bana baktığında gözlerimi kaçırmış ve ağlamamak için dudaklarımı ısırmıştım. Orada olmasından rahatsız olduğumu fark ettiğindeyse ayağa kalkmış ve hızlıca ışınlanarak odadan çıkmıştı. Ben de ışınlanıp buradan kurtulabilirdim ama o kadar güçsüzdüm ki, şu an hangi büyüyü yaparsam yapayım işe yaramazdı.
Göz yaşlarım benden izinsiz akmaya devam ederken, dizlerimin üzerine çökmüştüm. Jin de benim gibi yere oturmuş ve beni kendisine çekerek sarılmıştı. "Neden?" diye mırıldandım. "Neden bana sormadın? Neden bana bunu yaptın, Jin?" Bir yandan da hıçkırarak ağlıyordum. Acım adeta bir çığlığa dönüşüyordu. Hissettiğim ihanet, fiziksel yorgunluğumdan daha fazlaydı. Jin'in bencilliği ve Rose'un ihaneti kalbimi koparıp atmıştı.
"Jisoo," diyerek saçlarıma öpücükler kondurmaya başladı Jin. "Seni seviyorum. Seni çok seviyorum." Ondan nefret ediyor olsam da, uzaklaşmak istesem de kollarının altına biraz daha sığınmıştım. Çünkü onun hakkında ne düşünürsem düşüneyim, bedenim yanında tepki veriyordu. Rahatladığımı hissediyordum.
"Korktun değil mi?" dedim histerik bir şekilde gülerek. "Seni sevmem diye korktun. Bu kadar korkaksın. Bu yüzden hiçbir şey söylemedin, bu yüzden fikrimi sormadın. Haklısın." Derin bir nefes aldım. "Senden gerçekten nefret ediyorum Jin."
Lisa
Jennie'nin mesajıyla hemen onun yanına gitmiştim. Diğerlerini ulaşamadığını ve çok kötü durumda olduğunu söylemişti. Olanlar öğrendiğimde, o kadar sinirlenmiştim ki o Jimin denen salağı parçalarına ayırmak istiyordum. Belliydi zaten, biz hariç kimse iyi değildi bu okulda. Bana kalırsa durum tam olarak buydu.
Bu yüzden hava alması ve biraz daha iyi hissetmesi için Jennie'yi dışarı çıkarmıştım. Gelmek istememişti ama tabi ki kolundan sürükleyerek onu odasından çıkarmıştım.
"Temiz hava iyi geldi değil mi?" dedim koluna girerek. Gülümsemiş ve beni onaylamıştı. "Sahiden," dedi. "Jisoo ve Rose nerede? Onları bugün hiç görmedim."
"Ben de bilmiyorum. Ama Rose muhtemelen Yoongi'nin yanındadır." Göz devirmiştim çünkü zombi gibi bir tene sahip olan Min gıcık vampir Yoongi, arkadaşımı benden çalmıştı. Rose, sürekli Yoongi ile birlikte vakit geçiriyordu. Bu beni hem kıskandırıyor hem de endişelendiriyordu. Rose'un ona kapıldığını biliyordum. Ama, bu çok yanlıştı. Kurtulması gerekiyordu. Ona yardım etmeliydik. İç çektim. Keşke Jisoo, aşk büyüsünü bozacak olan büyüyü bulabilseydi.
"Lütfen broşürlerimizi alın." İlerideki okulun haber kulübünde olan vampir bir kız elindeki broşürleri üzerimize adeta fırlattığında, kıza garip bir bakış atmış ve broşürü okumaya başlamıştım. Her sene okulumuzda düzenlenen yarışmalarla ilgiliydi. Çeşitli oyunlar düzenlenirdi ve her grup birbiriyle yarışırdı. Zamana yayıldığından, oldukça uzun sürerdi bu yarışmalar ama aynı zamanda izlemesi de katılması da eğlenceli olurdu.
"Bana mı öyle geliyor, yoksa bu sene yarışmalar gereğinden daha erken mi başladı?"
"Bilmiyorum ki," diyerek omuz silkti Jennie. "Zaman gerçekten hızlı geçiyor. Geçen seneki yarışma sanki dün bitmiş gibi."
Dudaklarımı büzerek kafamı aşağı yukarı sallamıştım. Broşürü atmak için çöp kutusuna yöneldiğimde, sağdaki süs havuzunun kenarında, bankta, oturan Jimin ve tanımadığım başka bir çocuğu daha görmüştüm. Jennie'nin Jiminle karşılaşmak için hazır olmadığını biliyordum. Zamana ihtiyacı vardı. Bu yüzden hızlıca onun yanına geri dönerek, Jimin'in oturduğu yerin ters tarafında doğru sürüklemeye başlamıştım.
"Of," dedi Jennie sonunda dayanamayarak. "Lisa kolumu morarttın. Kendim de gidebilirim biliyorsun değil mi?" Sonra garip bir şekilde bana bakmıştı. "Daha deminden beri sorucam ama unutup duruyorum, neden boynunda şu fular var? Hava çok sıcak terlemiyor musun böyle?"
Sahte bir şekilde öksürüp, fuları iyice sıkılaştırmıştım. Ne yalan söyleyeyim baya baya terliyordum şu an. Fakat, çıkaramazdım. Jungkook'un ısırık izleri hala duruyordu. Tamam, ısırık demem biraz garip oldu ama ısırmıştı beni. Ne olurdu yardım getirmeme izin verseydin, diye düşünüyordum şimdi de.. Eğer bronzlaşırsam fuların olduğu yer bembeyaz kalacaktı.
"Lisa?" dedi Jennie koluma vururken. "Bir şey sordum duyuyor musun beni? Aklın da bir karış havada. Aşık mısın nesin?"
"Kim?" dedim gülerek. "Ben mi aşık olacağım. Saçma sapan konuşma. Hastayım biraz, boğazım ağrıyor. O yüzden takıyorum fuları."
Jennie hiç inanmış görünmüyordu ama üstelemedi. Rahatlayarak etrafı izlemeye devam ediyordum ki, okulun camından sırıtarak bizi izleyen bir Jeon Jungkook ile karşılaşmıştım. Cidden.. Özrü kabahatinden büyüktü.
Rose
Kendimi çok kötü hissediyordum. Odamda öylece yatıyordum. Başım tüm enerjimi alırcasına ağrıyordu. Jisoo'ya yapmak zorunda olduğum şey, kendimden nefret etmemi sağlıyordu. Ama burada böylece yatarken bile sadece Yoongi'yi düşünüyordum. Ona ne ara böylesine kapılmıştım, hiçbir fikrim yoktu.
Telefonuma zorlukla ulaşarak Yoongi'nin numarasını tuşladım. İki kez çaldıktan sonra açmıştı. "Yoongi.." dedim titrek sesimle. Boğazım ağrıyordu ve sesim kısık çıkıyordu.
"Rose," dedi. Sesindeki endişeyi hissetmiştim ve bu biraz olsun rahatlamamı sağlamıştı. "İyi misin sen?"
Sesini duymamla göz yaşlarım gözlerimden bir uçurumdan atlar gibi düşmeye başlamışlardı. O uçurumdan ben de atladım, diye düşündüm istemsizce. O yüzden bu haldeyim.
"Ben berbat biriyim." dedim hıçkırıklarımın arasında. "Özür dilerim Yoongi. Ben gerçekten çok.. Çok kötü biriyim."
Sonra, Yoongi'nin cevap vermesine fırsat bırakmadan telefonu kapatmıştım.
××××
Sürekli olarak, 'ya bölüm burada mı bitirilir çok saçma' / 'burda niye kestin' vs sorular alıyorum. Farkında mısınız bilmiyorum ama sırf kısa dediğiniz için son 3 bölümü 1000 kelimeye çıkardım. Ve diğer bölümün daha da merakla beklenmesi için, bölümler öyle yerlerde bitirilir zaten. Bunu böyle sertçe sorarak sadece kırıcı oluyorsunuz.
Her neyse, kendinize iyi bakın❤
ŞİMDİ OKUDUĞUN
house of cards ❅ bts•bp ✓
FanfictionCadıların, vampirlerin, büyücülerin, kurt adamların.. Aklına gelebilecek tüm garip insanların olduğu bir kent düşün. Burası senin hayal gücünün oluşturduğu kent, bir ütopya. BTS & Blackpink ©nemesislau2018 ✨ Bu kitap kapağı Balaccie'nin Büyü Dükka...