53 × Answers

4K 431 225
                                    

Medya; Jin - Epiphany

Yoongi birçok zorluğu atlattıklarını biliyordu. Bu zamana dek, birçok şey onları yormuş, üzmüş, tüketmişti. Şimdi Rose'in karşısına bir zorlukla daha çıkmak istemiyordu. İçinde bencil bir taraf vardı ve o bencil taraf Rose'yi ablası Alice ile görüştürmemesi için bas bas bağırıyordu. İyi şeyler olmayacağını düşünüyordu istemsizce, içine doğuyordu. Alice her ne için gelmiş olursa olsun Rose'in kalbinin kırılacağını biliyordu. Ama derinlerde bir yerde, farkındaydı ki, söylemezse Rose sonsuza kadar ailesini özleyerek yaşayabilirdi. Rose bunu bizzat dile getirmemişti ama o, Yoongi'nin sevdiği kızdı. Bir şekilde anlıyordu. Rose kabullenmek istemese de onları özlüyordu.

"Ne söyleyeceksin Rose'ye?" dedi Yoongi sertçe. En azından bahsedeceği konu hakkında bilgi sahibi olmalıydı.

"Bunun seni ilgilendirdiğini düşünmüyorum Yoongi." dedi Alice. "Kardeşimle baş başa konuşmak istiyorum."

Yoongi bir şeyler söylemek amacıyla dudaklarını aralamıştı ki, aniden açılan kapı Yoongi'nin konuşmasını engellemişti. Rose içeriye adım attığında şaşkınlıktan kocaman olmuş göz bebekleriyle önce Alice'e sonra da Yoongi'ye bakmıştı. "Ne işin var burada?" dedi kaşlarını çatarak. Bakışları bu sefer tam olarak Alice'in gözlerini hedef almıştı. Buraya ne cüretle gelebilirdi? Hem de o kadar yıl sonra..

"Seninle konuşmak istiyorum Rose." dedi Alice sakince. Rose ise ablasının aksine kırgın ve bir o kadar da sinirliydi. "Konuşabiliriz değil mi?"

"Konuşmak istemiyorum, defol buradan."

"Böyle söyleme Rose." Alice, Rose'ye doğru birkaç adım attı. "Anlatacaklarımı dinlemelisin. En azından bunu yapmalısın. Seni özledik."

"Beş yıl sonra mı aklınıza geldim?" dedi Rose histerik bir gülüşle. "Savaştan sonra bile kızlarının yara alıp almadığını, iyi olup olmadığını hatta yaşayıp yaşamadığını merak etmeyen Park Ailesi beni şimdi mi özledi?"

"Saçmalama Rose," diyerek kaşlarını çattı Alice. "Her zaman neler yaptığını, nasıl olduğunu biliyorduk. Haberimiz oluyordu. Hem de her şeyden." Sonra bakışlarını Yoongi'ye çevirmişti. "Ve evleneceğinden de haberimiz var." Yoongi kaşlarını çattı. Alice sonunda sadede geliyordu ve tam da Yoongi'nin düşündüğü gibi, söyleyecekleri yalnızca zedeleyici şeyler olacaktı.

Rose kafasını iki yana sallayarak Alice'in konuşmasını bölmüştü. Daha fazla onu dinlemek istemiyordu. "Biliyor musun?" dedi. "Yalnızca git buradan."

***

"Namjoon," Hoseok, adeta mırıldanarak konuştuğunda Namjoon okuduğu kitaba ara vererek kafasını kaldırmış ve Hoseok'a bakmıştı.

"Efendim sevgilim?"

Hoseok bir anlığına nefes alamadığını hissederek gözlerini kaçırmış ve yutkunmuştu. Çok uzun süredir sevgili olmalarına rağmen, Namjoondan duyduğu her sevgi sözcüğü kendisini odasına kitleyip yastığını ısırarak halıda yuvarlanmak istemesine neden oluyordu. Namjoon'un hala bir cevap beklediğini fark ettiğindeyse sahte bir şekilde öksürmüş ve sesini ayarlamıştı. "Joy'un Bay Choi gittikten sonra okulu yöneteceğini duydum. Ona yardım edecekmişsiniz, Yeri ile beraber." Namjoon kafasını aşağı yukarı sallayarak Hoseok'u onayladığında, Hoseok konuşmaya devam etmişti. "Fazla yoruluyorsun Namjoon. Zaten işin başından aşkın, bir de Joy'a yardım edersen daha da kötü olur. Kendine zaman ayıramazsın."

"Kendine zaman ayıramazsından kastın, bana zaman ayıramazsın demek, öyle değil mi?"

Hoseok omuz silktiğinde Namjoon hafifçe kıkırdamış ve oturduğu sandalyeden kalkarak Hoseok'un yanına ilerlemiş ve hafifçe eğilerek göz göze gelmelerini sağlamıştı. "Endişelenme," dedi. "Her zaman yanında olup, sana vakit ayıracağımı biliyorsun. Eğer yorulduğumu ya da birlikte vakit geçiremediğimizi fark edersek de Joy'a yardım etmeyi bırakırım." Hoseok'un yüzüne güzel bir gülümseme yayılırken Namjoon da tıpkı onun gibi gülümsemiş ve parmaklarını Hoseok'un kahverengi, yumuşak saçlarına daldırmıştı. İncitmekten korkarmış gibi yavaşça saçlarını okşamıştı.

"Sonsuz hayatımın her saniyesi sana ait, sevgilim."

***

Jin, okulun geniş koridorunda ilerliyor ve Jisoo'yu arıyordu. Jisoo'nun okula yeni gelen öğrencilerden biriyle konuştuğunu gördüğündeyse kendine engel olamadan kolonlardan birinin arkasına saklanmış ve konuşulanları dinlemeye başlamıştı. Yaptığı yanlış ve utanç verici olabilirdi ama okula yeni gelmiş olduğu halde oldukça ukala olan, Jisoo'ya asılan, kendini beğenmiş, Jisoo'ya asılan, zengin olduğu her halinden belli olan ve en önemlisi Jisoo'ya asılan bu çocuk sinirlerini bozuyordu. Ve evet, Jisoo'ya asılması en önemli etkendi.

"Teşekkür ederim Jisoo nuna, bana çok yardım ettin. Gerçekten çok naziksin." Mark gülümseyerek konuştuğunda Jisoo da gülümsemiş ve önemli olmadığını söylemişti. Jin kaşlarını çatarak, Mark'ın elli metre öteden bile fark edilen hayranlık dolu bakışlarını izlemeye başlamıştı. Okulun içinde olmayı umursamadan bir kurda dönüşüp Mark'ın kafasını patlatabilirdi. Bunu memnuniyetle yapardı.

"Bir sorun olursa yine sana danışabilirim, değil mi?"

"Evet, çekinmeden sorabilirsin."

Mark teşekkür edip, ağzı kulaklarında bir şekilde uzaklaşırken Jisoo da Jin'in bulunduğu tarafa doğru yürümeye başlamıştı. Jin aniden kolonun arkasından çıkıp Jisoo'nun önünde dikildiğinde Jisoo küçük bir çığlık atarak bir refleksle geriye doğru adımlamıştı.

"Ne yapıyorsun Jin? Ödümü kopardın."

"Asıl sen ne yapıyorsun Jisoo?" dedi Jin ateş saçan bakışlarıyla. "Ne konuştunuz o çocukla?"

"Sadece basit bir ödev için yardım istedi."

"Nedense bana hiç öyle gelmedi."

"Abartıyorsun Jin."

Jin hafifçe gülmüş ve Jisoo'nun kolundan tutarak, okulda olmalarını umursamadan, onu duvara yaslamıştı. Parmakları yıllar önce Jisoo'yu mühürleyen o yara izinin üzerinde dolaşmıştı. Yani, boynunda. Gerçi o yara izinden geriye hiçbir şey kalmamış sayılırdı. Ama kalplerindeki mühür ilk günkü kadar sağlam ve sahiciydi.

"Seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun," diye mırıldandı Jin. Etraftaki birçok kişinin gözleri ikisinin üzerindeydi, biliyordu. Bu yüzden sadece Jisoo'nun duymasını istiyordu. "Yanında başka birini görmekten hoşlanmıyorum. Hele de sana hayran hayran bakan şu çocuğu. Bu yüzden kesinlikle abartmıyorum, Kim Jisoo."

***

Lisa denizin derinliklerine daldığında, Jungkook karadaki kayalıkların üzerine oturmuş denizden bir an bile gözlerini ayırmıyordu. Lisa'yı kaybetmekten korkuyordu. Elinde olsa, denize girmesine de izin vermezdi. Fakat, Lisa'nın suya ihtiyacı vardı. Yoksa yaşayamazdı. Lisa Jungkook'un korkusunu derin bir şekilde hissediyordu. Bu ona garip geliyordu hala anlayamıyordu ve böyle bir sevgiyi hak etmediğini düşünüyordu. Jungkook onu nasıl bu kadar çok severdi? Bu mümkün müydü?

Yoksa, o da bir zamanlar Jungkook gibi her şeyden sakınıp, saklayacak derecede sevmeyi biliyor muydu?

Düşüncelerden uzaklaşmak amacıyla daha da derine daldı ve yüzmeye devam etti. Yanından geçen balıkları umursamadan gözlerini kapattı ve uzun zamandır uğramayan huzurunu bulmaya çalıştı. "Lisa."

İsminin seslenilmesiyle birkaç saniye önce kapanan gözleri hızla açılmıştı. Galipten sesler duyduğunu düşünmek üzereydi ki nereden geldiğini anlayamadığı bir akıntı onu, karanlık bir mağarının girişine dek sürüklemişti ve yine aynı şekilde Lisa, sessiz bir çığlık atmaya bile fırsat bulamadan, mağaranın karanlığına çekilmişti. Lisa korku ve panik içinde çırpınmış ve akıntının tersi yönünde yüzmeye çalışmıştı ama akıntı o kadar güçlüydü ki işe yaramıyordu.

"Sen cesursun," dedi bir ses. Mağarada yankı yapmıştı. "Arkadaşlarını kurtardın. Sana geri veriyorum."

"Neyi?" dedi Lisa sonunda dudaklarını aralayabildiğinde. Neler olduğunu kesinlikle anlayamıyordu ve bundan nefret ediyordu. "Bana neyi geri veriyorsun?" diye bağırdı.

"Benliğini," dedi aynı ses. "Sana benliğini geri veriyorum, Lisa."

××

Her şeyden azar azar bulunan değişik bir bölüm oldu~ umarım beğenmişsinizdir.

Herkese iyi geceler ❤❤

house of cards ❅ bts•bp ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin