BÖLÜM 17- DÖNÜŞ

417 47 17
                                    


Her şey bir andan bile daha kısa zamanda gerçekleşti sanki.

Helmes'in o yakışıklı yüzü boylu boyunca kusmuk olurken benim yüzüm ise acıyla kasılıp dudaklarım sarkıyordu. Panikle yerimde doğrulurken bedenim ister istemez oturduğum koltuğa baskı uyguluyordu. Sanki uğraşırsam koltuğun içine girip bu rezil andan sıyrılabilecektim.

Helmes'in yüzüne bakacak cesaretim bile yoktu fakat konuşmaması beni daha da çok geriyordu. Kalp atışlarım artık uğultu şeklinde kulak zarıma baskı yapınca biraz da olsa başımı kaldırma cesareti buldum.

Başını hafifçe eğmiş olsa da dudaklarının öfkeyle kasıldığını görebiliyordum. Sağ dizine koyduğu sağ elinin yumruk halinde olduğunu görünce kabul etmek istemesem de korkuyla geriledim. Yüzüne bakmadan, "özür dilerim," diye mırıldandım. Başını bana çevirmekten kaçınarak bir hareketle arabanın arka kapısından çıktı. Sanki ben orada değilmişim gibi sertçe kapıyı çarptı. Araba sallanınca hemen koltuğun sırtına tutundum. Helmes arabanın ön kısmına gidiyordu.

Ne yapacağımı şaşırmış bir halde ona bakıyordum bende. İlk karşılaşmamızın tabii ki böyle olmasını hayal etmemiştim. Aceleyle bende arabadan inmeye çalıştım ama Helmes kapıyı o kadar sert çarpmıştı ki kendime çekip defalarca ittim. Beşinci denemede açıldı. Arabadan iner inmez rüzgar yüzüme vurdu ve saçlarım havalandı. Islak kıyafetlerleyken bu hiç de hoş değildi. Kollarımla vücudumu sarıp kendimi ovmaya çalışarak şoför koltuğuna eğilip bir şeyler arayan Helmes'in yanına gittim. Arkasında dikildim. "Helmes, lütfen beni görmezden gelmeyi bırak. İzin ver de özür dileyeyim," dedim başını kaldırıp bana bakmasını umarak. Bunları bile söylerken çekiniyordum. Oysa ki Helmes'in bana zarar vermeyeceğini söylüyordu içimde ki ses.

Başını kaldırdı ama bana bakmadı bile. Elinde rulo peçete vardı. Sertçe peçetenin bir kısmını bileğine doladı ve ardından kopardı. Ruloyu nereye düştüğünü umursamadan arabanın içine fırlattı.

Elimi uzattım. "Ben yapayım istersen."

Kendini hemen geri çekti. Yüzüme bakmadan sertçe, "elini bile süreyim deme," dedi.

Sinirden çenem kasılsa da bir şey demeden geriye adım attım. Gerçekten bana bu kadar sinirlenmesini gerektirecek ne yapmıştım? Tamam, başta öfkesini anlıyordum ama aradan koskoca iki hafta geçmişti. Ah, iki hafta!

O yüzünü silerken benim midem kalkıyordu, onu düşünemiyordum bile. Tekrar konuşmak için ağzımı açmadan önce onun gibi boğazımı temizledim. Ve biraz geride durup ona çekingen bakışlar atarak konuşmaya cesaret ettim. "İstersen 28.Helmes'in heykelinin oraya gidelim. Orada ki çeşmede yüzünü yıka..."

Daha cümlemi tamamlayamadan bana öyle bir bakış atmıştı ki ağzıma çorap tıkılmış gibi aniden susmak zorunda kalmıştım. Sanki ona hakaret etmişim gibi gri gözleri öfkeyle kısıldı. Söylediklerime inanamıyormuş gibi bir hali vardı.

"Ben," dedi elini göğsüne koyarak ve devam etti. "Yüzümü, pisliğimi babamın suyuna mı akıtacağım?"

Bir anda cesaret gelmiş gibi konuşmaya başladım. "O bir kere babanın suyu değil, sadece heykelinin etrafına yapılmış, süs amaçlı..."

"Susacak mısın... artık?" dedi sabırlı olmak istercesine çıkan bir ses tonuyla. Çaresizce omuzlarım çöktü.

"Sadece yardımcı olmaya çalışıyorum."

Bir şey söyleyecek gibi ağzını açtı ama bir şey demeden geri kapadı ve kapıyı açıp direksiyonun başına geçti. Bende hiç düşünmeden yanında ki koltuğa geçtim hemen. İnanamayan gözlerle bana baktı.

MAHKUMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin