Şarkı; Sergey Lazarev, Ostrov
-ANYA-
Mavi gözlerin hayatıma girdiği günden beri üzerimde büyük bir tesir yarattığını yeni yeni fark ediyordum. Belki de bunun nedeni bazı şeylerin kıymeti zarar görünce anlaşılmasındandı. Bunu annem de sürekli söylerdi ama ben bir türlü umursamazdım. Şimdiyse durum farklıydı.
Karan, ölümle burun buruna gelmişti.
Eğer bizimkiler biraz daha gecikseydi belki de çoktan ölüm onu pençesine geçirecekti. Onu bir daha göremeyecek, bana Kızıl diye seslenişini duyamayacak, alaycı tavırlarına şahit olamayacaktım.
Bir zamanlar Darcy'nin yatmakta olduğu odaya doğru ilerlerken kalp atışlarımın ritminin değiştiğini hissettim. Göğsümse iyice şişip kalkıyor, nefes nefese kalmama neden oluyordu. Bundan dolayı bomboş koridorda beyaz duvara sırtımı verip hızlı hızlı soluklanmıştım. Gözlerimi kapattığımda etrafta hiç kimse olmadığı için rahatlamıştım. Zaten burası Profesör Auden'in ofisi ve aynı zamanda muayenehanesiydi. Sadece birkaç özel hastası geliyordu. Etrafın ıssız olmasının nedeni buydu.
Birkaç tablo hariç bir hayli çıplak duran duvarlara bakmaktan vazgeçip dolu dolu olan gözlerime çare bulmaya çalıştım. Zira tüm bu olanlar annem ve babamın parçalanmış bedenlerini gözlerimin önüne getirmişti.
Israrla dolu dolu olan gözlerimi kırpıştırdım ve yumruklarımı sıktım. Dışarıdan bir hayli zayıf görünüyor olmalıydım ve böyle görünmeyi asla istemezdim. Çünkü insanlar zayıflarla uğraşmaktan haz alırdı.
Ağlamamalıyım...
Ben zayıf bir insan değilim.
Ağlamamalıyım...
Her zaman derinlere bir yerlere gömdüğüm öteki iç sesim, zihnimde tekrarlanıp duran düşüncelerin tam tersi olduğunu söylese de ben çoğu zaman olduğu gibi o sese kulak vermedim. O sese de hiç ihtiyacım yoktu.
Karan da Ashley'den öğrendiğim kadarıyla düşmanlarımızın saldırısına uğramıştı ve bunu yapan kişi Karan'ın kanını almıştı. Eğer Melody denen profesör onu bulmasaydı çoktan ölmüş olacaktı. Bu gerçek tüylerimi diken diken etmişti. Ve tabii ki de bu işin peşini bırakmayacaktım. Karan ne de olsa bizdendi. Bunu yapanı er geç bulacak, cezasını kendim verecektim. Üstelik düşmanlarımızla aramızda ödenmemiş bir hesap vardı.
Elim kapısının koluna giderken derin nefes alıp vererek gözlerimi kapatıp açtım. Acaba beni görünce ne derdi?
Odadan içeriye ürkek ceylan misali ilerlerken kalp atışlarım bir an olsun yavaşlamıyordu. Aynı zamanda nedenini bilmediğim bir şekilde acı da çekiyordum. Kalbim sanki birisi eliyle sıkıyormuşçasına sıkışıyor, haliyle bana rahatsızlık veriyordu.
Gözlerim en sonunda tahta masayı, kitaplığı, üzerinde tıbbı malzemeler bulunan beyaz masayı geçip asıl sahibini bulduğunda nefesim tekrardan bedenimi terk etmişti. Açıkçası görmeyi umduğum manzara bu kadar kötü değildi.
Gereğinden fazla solgun, süt rengi tenine, çökmüş yanaklarına ve bundan dolayı belirginleşen elmacık kemiklerine baktım. Kömür rengindeki dalgalı saçları özgür bir biçimde dağılmış, birkaç kalın tutam gür kaşlarının ve kapalı gözlerinin üzerine düşmüştü.
Birinin elinde vudu bebeği varmış da beni yönetiyormuş gibi adımlarımı sessizce ilerlettim ve onun tam dibine geldiğimde hâlâ uyanmadığı için içten içe şükrettim. Zira buna pek hazırlıklı değildim. Zaten ben diğerleri gibi başında ağlamak veya bir şeyler zırvalamak için gelmemiştim. Sadece nasıl olduğunu merak etmiştim, hepsi bu kadardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVİ : Prensesin Sırrı (Tamamlandı)
Viễn tưởngYeni hali profilimde yayımda, oradan okumanız daha iyi olur :) *Profesör gittiğinde tekrardan dönüp arkadaşlarıma baktım; hepsi farklı ırktan, farklı millettendi. Her ne kadar Fersina bunların tümünü yok etmiş olsa da... Fakat bunların hiçbirinin ön...