Şarkılar; Christina Perri, The LonelyAvril Lavigne, Wish You Were Here
DARCY-
Saniyeler, dakikalar, saatler geçiyordu ve zaman buz gibi eriyordu içimde. Önce soğuk ve sert oluyor, sonra odanın ısısıyla yavaş yavaş erimeye yüz tutuyordu. Geriye ise sadece ıslaklığını bırakıyordu. Sonra da beni rahatsız eden ıslaklığın kurumasını bekliyordum.
İşte anılarımın etkisi böyleydi ve boş bulunduğum her bir dakika, bir saatmiş gibi geçerek bana işkence çektiriyordu. Anılarım, buz gibi zihnimde erimeye başlıyordu ve bu süre boyunca olabildiğince kendimi oyalayacak bir şey arıyordum; müzik dinleyerek olabildiğince hızlı koşmak, Elaine ile birlikte silah kullanmayı öğrenmek ve saray konusundaki planlarımızı konuşmak, savunma eğitimi almak... Ama bunların yanında katiyen film izlemiyor, kitap okumuyor, eskisinden daha beter bir şekilde Lucy ve büyükannem hariç kimsenin yanında durmuyordum. Ve ihtiyaç da duymuyordum. Lucy ve büyükannem bana gayet iyi geliyordu.
Büyükannem neler olduğunu bilmiyordu. Yani anlıyordu ama esas hangi nedenden dolayı olduğunu bilmiyordu.
Büyükannem her zaman zeki bir kadın olmuştu. O yüzden büyükannem çoğu şeyi bilmese bile beni anlıyordu. Her zaman olduğu gibi gece yatmadan önce yanıma geliyor ve beni sevdiğini söyleyip alnıma öpücük konduruyordu. Bazen de kafamı dağıtacak şeyler anlatıyordu. Ve en önemlisi de büyükannem hiçbir zaman neyim olduğu konusunda ısrarcı olup bir şey söylemiyordu. Ama yine de bunların hiç biri korkmamasına engel değildi; zira her an kendime zarar vereceğim korkusuyla yaşıyordu ve ben elimden geldiğince onu rahatlatmaya çalışıyordum.
İyice morarmaya başlamış ellerimi sıkıp gevşetirken derin bir nefes alıp verdim. Ve tanıdık acıyı hissettim.
Yine ve yine aklıma sızıp adımı fısıldıyordu.
Alisha...
Bense ona sessiz bir cevap gönderiyordum; neden?
Zihnim sızlıyordu, ruhum sızlıyordu, kalbim sızlıyordu, tenim sızlıyordu, gözlerim sızlıyordu, dudaklarım sızlıyordu.
Ben onu özlemiştim.
Üzerime büyük bir ivedilikle geçirdiğim ince siyah ceketim omzumdaki yaralara sürtündükçe canım acıdığı için ellerimle kollarımı sıvazladım ve kalabalığın arasından kanayan boynunu tutan çocuğa odaklandım.
Çocuk, Abel'ın ortaya çıktığı gün gördüğüm gruptan bir çocuktu. Grubun lideri gibi duran ve sonradan oradan kaçan çocuk... Onun bir şekilde ölmüş olduğunu bile düşünmüştüm ama karşımda sağ bir şekilde durunca gerçekten kaçmayı başardığını anlamıştım. Gerçi boynundaki yaraya bakılırsa o kadar da sağlam durmuyordu.
Yüzü, tıpkı dudaklarında olduğu gibi bembeyaz olmuştu. Diliyle dudaklarını ıslatıyor, arada bir sendeleyen vücudu yüzünden yere düşecek gibi oluyordu ve kanının kokusu ben daha buraya gelir gelmez burnuma dolmaya başlamıştı.
Ilık, taze sıvı burnuma doldukça boğazımdaki kuruluk kendini iyiden iyiye belli etti ve o an en son ne zaman kan ihtiyacımı karşıladığımı sorgulamaya başlamıştım. Öyle ki çölün ortasında kalmış gibiydim. O kırmızı renk sıvı da boğazımdaki kuruluğu dindirecek bir sıvıymış gibi duruyordu.
Nefesimi tuttum ve göğsümde kavuşturduğum kollarımı canımı acıtmak ister gibi sıktım. Asıl kimliğimden kaçmak istedikçe illa bunu ortaya çıkaracak bir şey meydana geliyordu. Hatta çocuk, bunu fark etmiş gibi o kadar kalabalığın arasından açık yeşil gözlerini bana odaklamıştı ve imalı bir bakışla bana bakıyordu. Ben de ona öylece bakarken dudakları meydan okuyan bir gülümsemeyle gerilmişti. Ve o an bakışlarını kaçıran ben olmuştum. Sanki gerçekten benim kim olduğumu biliyor gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVİ : Prensesin Sırrı (Tamamlandı)
Viễn tưởngYeni hali profilimde yayımda, oradan okumanız daha iyi olur :) *Profesör gittiğinde tekrardan dönüp arkadaşlarıma baktım; hepsi farklı ırktan, farklı millettendi. Her ne kadar Fersina bunların tümünü yok etmiş olsa da... Fakat bunların hiçbirinin ön...