12. KÂBUS

1.9K 149 30
                                    

Şarkı, CARYS; Princesses Don't Cry

-DARCY-

Koştukça bacaklarımdaki ağrı daha belirgin oluyor, varlığını hissettiriyordu.

"Majesteleri, bekleyin!" İri yarı muhafız arkamdan bağırırken ben hiç oralı olmuyordum. Kim olduğumu öğrenmişlerdi. Artık herkes prenses olduğumu biliyordu. Oysa zaten bunun olacağını beklemiyor muydum? İnsanlar eninde sonunda beni öğreneceklerdi ve o gün gelip çatmıştı. Neden bir korkak gibi saray koridorlarında koşmaya devam ediyordum?

Saray bir hapishane gibiydi ve ben içinden çıkamıyordum. Ne kadar kaçarsam kaçayım yine buraya, ait olduğum yere getirilecektim. Arkadaşlarım da yardım etmeyeceklerdi bana. Zaten ellerinden ne gelebilirdi ki? Prensestim ve bu gerçek değişmezdi.

Saray bir hapishane olduğu kadar aynı zamanda doğru yolu bulunması zor bir labirentti. Koşuyordum ama özgürlüğe giden yolu bulamıyordum, çıkamıyordum. Kapana kısılmıştım. Son hızla koşarken sesler azalmıyor, aksine artıyordu.

"Prenses!"

Başımı geriye doğru çevirdim. Muhafız sayısının iki katına çıktığını görmek beni rahatlatmamıştı. Amcam beni yakalatmakta kararlıydı. Ama beni yakalatsa da tahtı bana bırakmayacaktı, taht kendisinde kalacaktı. Her şeyin farkındaydım.

"Peşimi bırakın," dedim biraz kısık bir sesle, geri geri giderken. Bakışlarımı bir saniye olsun üzerlerinden ayırmıyordum, sanki ayırırsam üzerime yapışacaklardı.

"Bırakın!" diye bağırdım en sonunda, fakat kulaklarını pamukla tıkamış gibiydiler. Sesim onlara ulaşmıyordu sanki. Acımasız ifadeyle bana bakıyorlardı. Saray hayatı için henüz hazır değildim.

"Hayır, hayır!"

Bitmek bilmeyen çığlığın sonunda gözlerimi araladığımda pencereden sızan yoğun ışık demeti gözlerimi kamaştırdı. Göğsüm hızla inip kalkarken ter içinde kaldığımın farkındaydım. Derin bir nefes alarak bunun korkunç bir kâbus olduğunu, gerçek olmadığını kendime hatırlatıp durdum. Nefes alıp verişlerim düzene girdiğinde sonunda gözlerimi kırpıştırarak araladım.

"Darcy?" dedi meraklı ve endişeli bir erkek sesi. "İyi misin?" Gözlerimi tepemde dikilmekte olan çocuğa çevirdiğimde Chris olduğunu anlamam uzun sürmemişti. Yabancı birinin olmadığına şükrederek yerimde doğruldum. Aslına bakacak olursak onun yerine başka birisini görmeyi yeğlerdim.

Okyanus mavisi gözleri mesela.

"İyiyim," dedim başımı ovuşturarak. "Sadece kâbus gördüm." Söylediklerim üzerine Chris derin bir nefes alarak yanımdaki değerli bir ağaçtan yapıldığı belli olan sandalyeye oturdu.

Kaldığım oda, altın işlemeli mobilyaların yoğunlukta olduğu, tek kişilik bir oda için fazla geniş olan bir yerdi. Beyaz kapının yanında bir ayna ve masa, değerli tahtadan yapılma bugüne kadar gördüğüm en büyük giysi dolabı(son teknoloji sayesinde gelişen, kişinin parmak iziyle açılan ve içinde renk renk ayrılmış, her türlü kıyafetlerin bulunduğu bir dolaptı) mevcuttu. Onun dışında duvara sırtını vermiş beyaz renk bir kanepe, ve dört adet(birisinde Chris oturuyordu) sandalye vardı. Beyaz renk duvarların bir kısmında, özellikle kapının etrafı olmak üzere kraliyet desenleri resmedilmişti. Onun dışında kraliyet ailesinin birkaç önemli üyesinin bulunduğu çerçeveler, sanatçıların yaptığı yağlıboya çalışmaları ve bugüne kadar ayakta kalmış ülkelerin bayrakları mevcuttu.

Tabii ne kadar ayakta kalmış denilirse... Ayakta kalanların çoğu Maviydi. Çünkü nesil değişmişti, çünkü halk değişmişti ve Fersina Krallığı dışında her şeyi unutmuşlardı. Bir Fransıza, İngilize veya diğer ülkelerden olan birilerine rastlamak zordu. Olanlarsa ya oldukça yaşlı ya da dediğim gibi Maviydi. Tıpkı Ashley gibi, tıpkı Anya gibi, tıpkı Karan gibi ve tıpkı Daniel gibi...

MAVİ : Prensesin Sırrı (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin