18. Bölüm

1.4K 58 5
                                    


''Affetmek insanın yüreğindeki hamurun en güzel mayasıdır.''

İSTANBUL

     Mesajda gördüğü kelime karşısında donup kalan Hamdi, anlık bir şok yaşayıp ''Tövbe estağfurullah!'' dedi. Kısa bir süre sonra kendini toparlayıp düşünmeye başladı. Mıcır da nereden çıkmıştı. Bu defter kapanalı dört yıl olmuştu. Peki şimdi defteri kapatan defteri niye açıyordu? Hem de dört yıl sonra?(?).. Bir an bulunduğu odaya sığamayan Hamdi, kendini evin salonuna attı. Orası da müsait değildi. Salonda huzur olsa da Hamdi oraya da sığamadı. Annesi ulvi bir muhabbetin içindeydi. Belli ki teheccüd kılmış ve en uzun olan dua faslına yani o ulvi muhabbete çoktan geçmişti. Muhtemelen şu an Yüce makamdaki en güzel misafirliğini yaşıyordu. Peki ya gözünden yaş niye akıyordu. Kezban hanım günahlarına mı tevbe ediyordu, yoksa teheccüdüne şükür secdeleri mi eklemişti?

     Çok iyi tanıyordu Hamdi annesini. Yıllardır kendi göz renginden bi haber olsa da gönül gözüyle her şeyi tüm detayıyla gördüğünü çok iyi biliyordu. Sahi şimdi Hamdi'nin yüreğinin rengi neydi? Beyaza doğru yol alırken grinin en güzel tonuna ulaşırken belli ki karanlık peşlerini daha bırakmamıştı. Siyah beyazın yanına yakışırdı ama asla bulaşmamalıydı. Özellikle beyaza çamur dahi bulaşmamalıydı. Selçuk bu geçmişin kırık dökük yanında da olsa beyaz yanıydı. Selçuk, bu geçmişin kırık beyazıydı..

Kezban hanımın ağlarken gözlerini sürekli kıstığını gören Hamdi annesinin tahmin ettiğinden daha da büyük sıkıntısı olduğunu fark etti. Onu yalnız bırakıp odasına doğru giderken, annesi seslendi.

    ''Hamdi sen misin oğlum? Geldiğini duymadım.'' dedi. Hamdi şaşkınlığını gizlemeye çalışarak:

    ''Benim anacım, yarım saat oldu geleli, ben de odama gidip uyuyacaktım.'' dedi. Kezban hanım oğlunun sesindeki burukluğu fark etti.

    ''Hayırdır oğlum bir şey mi oldu? Sesin niye dertli geliyor?'' dedi. Hamdi endişesini kendince gizlemeye çalıştı. Ama Kezban hanımın sesindeki endişe gizlenecek türden değildi. Hamdi kendi durumunu kotardığını düşünerek annesine sordu:

    ''Asıl senin neyin var anacım? Benimki bildiğin dünya yükü. Yorgunluk. Şimdi bi uyusam sabaha bi şey kalmaz. Biliyosun beş tane şarküteri açılıyo, kolay değil koşturup duruyoz. Hadi ben yatayım azıcık, Allah rahatlık versin sana.''

Hamdi kendince durumunu kotardığını düşünerek odasına doğru giderken, annesi konuştu.

    ''Ben şu yalan dünyayı hiçbir zaman yük bilmedim oğlum. Adı üstünde yalandı. Ama şu yalan dünyanın yükü altında ezildiğimi de inkar edemem. Hamdii! Rüyamda Nihal'i gördüm, yeşillikler içinde çok güzeldi mekanı ama ağlıyordu. Cıvıl cıvıl kuşun kelebeğin içinde Selçuk'u kurtarın diye ağlıyordu. Makamının güzelliği bile onu mutlu etmemişti. Sonra sanki rüya içinde rüya gördüm. Selçuk ağlıyordu. O ağladıkça gökyüzü kararıyordu. Nihal'i kurtaramadım diye bağırıyordu. Bi açtım gözümü kan ter içinde kalmışım. Teheccüd vakti girince de derdin de dermanın da sahibi olan Mevla'ya yalvarayım dedim. Şükür içime bir inşirah ferahlığı geldi de gelmesine, bir haftadır çocuğun sesini duymadım, başına bi şey gelmemiştir inşallah. Oğlum o bize Rahmetli teyzenin emaneti. Nihal'in de ölümü onu hepten parçaladı.''

Hamdi annesine sarıldı.

    ''Sen içini ferah tut anacım, ben daha dün konuştum. Sesi gayet iyiydi. Alt üstü bi rüya görmüşsün sadece. Hem sen demez misin rüyayla amel edilmez diye. Rüya işte..''

ZOR AŞKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin