'' Kardeşini en çok senin sevgin iyileştirecek.''
Ayaz'ın geldiğini gören Zilan'ın yüzündeki tebessüm bir anda yerini korku ve endişeye bıraktı. Çünkü Zilan'ın beklediği Ayaz değil, Gülizar'dı. Bu konaktaki herkes yabancıydı onun için. Onun can bağı, kan bağı sadece üç kişi vardı; Gülizar ve çocukları Dilber ile Sıla. Ama görünende ise durum farklıydı, Gülizar Zilan'a karşı kendince bir savaş başlatmış ve Zilan (farkında olmasa da) bundan yaralar almaya başlamıştı. Henüz dört günlük evliydi ama yaşadığı acılar sanki yıllara yayılmış, bedenine ve yirmi bir yıllık ömrüne ağır gelmişti. Ayaz'ı görmek Zilan'a hiç iyi gelmemişti. Artık bu duruma alışmalıydı. Bu adam ona çok büyük acılar çektirecek ve ömrü bu konakta çürüyecekti. Zaten bunu bıkmadan usanmadan her fırsatta dile getirenler de eksik olmuyordu.
Dört günlük evliydi ama genç kadının ömründen dört yıl almıştı, peki dört yıl kaç güne tekabül edebilirdi? İşte bunun cevabı matematiğe dökülemezdi. Çünkü Zilan'ın dünyasındaki matematik bambaşka bir hal alır olmuştu. Acılar toplanır fakat eksilmez, mutluluklar toplanmaz fakat eksilir, zulümler bölünmez fakat çarpılır, merhametler çarpılmaz fakat bölünür hale gelmişti. Zalim her türlü zulmü yapmayı kendine hak bilir, mazlum adıyla müsemma kalıp zulme uğrar, mahsun kalır, yine de bir türlü ödenmesi beklenen o bedeli ödemiş sayılmazdı.
Ayaz, odaya girdiğinde, Zilan'ın kendisinden korktuğunu fark edince:
''İyi geceler'' deyip, seri bir şekilde ışığı kapatıp yatağa yattı.
Amacı bir nebze Zilan'ın korkusunu dindirmekti. Zilan yürüyemediği için yatağına çakılıp kalmış, banyoya kaçamamıştı. Ayaz, Zilan'ın vereceği tepkileri o kadar iyi biliyordu ki, çareyi bir an önce ışığı kapatıp yatmakta bulmuştu. Oysaki bilmediği bir şey daha vardı; Zilan'ın korkuları. Zilan'ın tek başına karanlıkta uyuduğu bu ikinci gece olmuştu. Tek başına uyuyordu, çünkü yanında hiç tanımadığı bir yabancı vardı. Ayaz ve çocukluğundan beri baş edemediği karanlık korkusu..
1987
İnci hanım karnı burnunda bir halde akşam yemeği için evin üst katında Gülsün'ü arıyordu. Küçük kızının her zamanki gibi kızdığında saklandığı tek bir yer vardı. Annesi ile babasının elbise dolabının içi. Ne zaman bir yaramazlık yapsa, bir şeye kızsa ya da annesinin makyaj malzemeleriyle (kendi değimi ile) makkaj yapıp kıyafetlerini giyse Gülsün dikkat çekmek için dolabın içine saklanırdı. İnci hanım evin her yerinde arar, bulamazsa dolabın içinde olduğunu anlar, bulamamış gibi yapıp, dolabın kapısının önünde durup kızını ne kadar çok sevdiğini dile getirir, küçük kızı da annesi üzülmesin diye dolaptan çıkıp annesinin boynuna sımsıkı sarılırdı. Ama bu sefer durum farklıydı; evde yeni gelecek bebek için hazırlıklar yapıldığından dolayı, Gülsün ciddi anlamda kıskanmaya başlamıştı. İnci hanım kızının dolabın içinde olduğunu anlayınca konuşmaya başladı:
''Ama benim prensesim yok. Şimdi kim bana canım annecim diyecek? Kim benim yaptığım çikolatalı pudingleri yiyecek? Ben kime kırmızı kazak öreceğim? Ben kimi dünyalar güzeli kızım diye seveceğim? Gitmiş benim kızım. Şimdi benim çocuğum olmayacak mı?'' diye numara yaparken, Gülsün dolabın içinden konuşmaya başladı:
''Ama senin bebeğin olcak, onu daha çok seversin, ona çukulatalı pudink yaparsın, ona kırmızı kazak örersin, ona dünyalar güzzeli kızım dersin.''

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZOR AŞK
Fiksi Umum'' Asıl sen ne dediğinin farkında mısın? Kaldır kafanı bak bi etrafına! Senin yaşadığın harikalar diyarına benziyor mu? Çık şu ütopyandan! Bi bak bu topraklara, gerçekten ait olduğun dünyaya. Bak ben sana söyleyeyim olacakları ; ya ablan ölecek, ya...