36. Bölüm

731 29 13
                                    



''Vicdanın intikamı çetindir (!)..''

BU SABAH

     Nihal yürümekte zorlanarak banyodan çıktı. Necla ise kırıtarak odaya girip, yatağa yattı.

    ''Ahhh! Sabaha kadar inlemekten öldüm, artık adamda nasıl bi açlık varsa? Yıllar sonra bi kadın gördü adam, sonuçta fahişelerle düşüp kalkmaya benzemiyo. Kolay mı erkeği tutabilmek? Hele ki yatağa girdiyse.. Sabaha kadar dur durak bilmedi. Sızlıyo resmen..''

     Nihal edepsizliğiyle böylesine gurur duyan bu ahlaksız ve zavallı kadına tiksinerek baktı. Necla dört gün önce Nihal'i ve karakterini satmıştı, bir gece önce ise bedenini. Artık onun için değerli olabilecek hiçbir şey kalmamıştı. Çünkü o bataklığın içinde altın arayacak kadar arsızlaşmıştı. Oysa gözünü bürüyen para hırsı altın bulamayacak kadar onu basiretsizleştirmişti. Çünkü altın bataklıkta olmazdı. Elmaslar ise altınlarla aynı yerde dahi bulunmazdı.

     Aslında Necla'ya da çok görmemek lazımdı. Nereden bilebilirdi ki tertemiz hayaller kurmayı, dualarla hayata tutunmayı, sevmeyi, sevdikleri için kendini feda edebilmeyi? Mesela Necla papatyaların dilinden anlayabilir miydi özellikle kurumuş papatyaların dilinden? Ya da eline geçen papatyalara hoyratça fal bakmak yerine her yaprağına sevgisiyle anlamlar yükleyip koruyabilmeyi? Bilemezdi. Çünkü papatyalar da bataklıkta bulunmazdı. Sultan da Nihal de fal bakmak için yaprakları hoyratça koparılan bembeyaz masum iki papatyaydı. Ve şu da bir gerçekti ki; fal bakmak için yaprakları ne kadar hoyratça koparılırsa koparılsın, papatyalar dimdik ayakta durabilmeyi başaran nadir çiçeklerdendi.Ötekileştirilmesi gereken hatta yaşaması dahi oksijen israfı iken Necla bataklığı kurtuluş olarak görürken Nihal ve Sultan ise bedenlerini, ruhlarını, duygularını ciğeri beş para etmez insanlar esir aldığı için kendilerini bir kömür karasından ibaret görüyorlar ve bu lekeyle daha ne kadar yaşayacaklarını bilmiyorlardı. Oysa onların da anlamadığı nokta şuydu; kömür karası leke değildi, belki rengi imtihandı ama kömür insana verilmiş bir armağandı. Kömür yandığında değerini kaybederdi, işlendiğinde ise değil. İşte bu sebepten Nihal de Sultan da işlenmeye müsait iki kömür parçasıydı, ikisinin de âkıbeti elmas olmaktı. Zalimler istedikleri kadar kömür bilip yakmaya çalışsa da, mazlumu attıkları ateşe su taşıyan karıncayı hesap edemeyecek kadar ferasetsizleşseler de elbette kazanan mazlumlar olacaktı. O gün geldiğinde zalim zulmüyle ciğeri yandığında mazlumun ciğerleri nefesle dolacaktı. O gün geldiğinde zalim cehennem ateşiyle temizlenirken, mazlum arşın gölgesine geçmek için kutlu Burak'a binecekti. Ve o gün geldiğinde; boynuzsuz koyunun boynuzlu koyundan hakkını sorduğu o gün, kiminin secdeleri ''Yazıklar olsun!'' diye suratlarına fırlatıldığı gibi, kimilerine de ''Müjdeler olsun!'' diye Peygamber şefaatine mashar olacaktı. Tıpkı Fâsıla hanım ve Züleyha nene de olduğu gibi..

ERMENİSTAN SINIRI

DİGOR / HALIKIŞLA KÖYÜ

     Ayaz bey;

     Bu size defalarca yazdığım mektuplardan bir tanesi. Muhtemelen bu da diğerleri gibi belki de size ulaşmayacak ya da gitmeyecek bile. Ama ben defalarca olduğu gibi yine de şansımı deniyorum. Size bu mektubu Kars'ın Digor ilçesinden Ermenistan'a sınırı olan Halıkışla Köyü'nden yazıyorum. Eğer bu mektubu size ulaştırabilirsem okuyacaklarınızdan anladığınız gibi buraya sürülmüş durumdayım. Sürgün yemek zerre umurumda değil ama bu sürgün karşısında dilimin lâl kalması yüreğimi yakıp kavuruyor.

ZOR AŞKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin