Desteklerini esirgemeyen arkadaşlara çok teşekkürler melekler3366 arkadaşıma güzel mesajı ve desteği için teşekkürler (:Mutluluk....
Benim için bu sözün bir kaç anlamı vardı sadece. Koca ninemin küçükken anlattığı mutlu sonu olan massallardı. Yada korkunç, fırtınalı yağmurlardan sonra, etrafa yayılan toprak kokusuydu. Bez bebeğimle oynadığım, çocukluk günlerimdi.
Peki ama bu yeni duygu neydi şimdi içimdeki. Uyuyamıyordum. Kulağımda hâlâ onun sesi, gözümün önünde hayali vardı. Elleri ateşten hançer olmuştu sanki de değdiği her yerimde yangınlar çıkarmıştı.
Sabahın ilk ışıkları kendini gösterirken, horozlar günün başladığının haberciliğini yapıyordu. Eroğlu çiftliğinde dört yıldan beri ilk kez sanki güneş bir başka doğuyordu. Karanlığa bir mum yakmıştım, ileriyi göremesem bile etrafımı aydınlatmıştım.
Üst kattan gelen kapı sesiyle poyraz beyin dikkati dağıldığı anda bende oradan koşarak kaçmıştım dün gece. Kimseyi uyandırmadan yatağıma uzanmış ama sabaha kadar uyuyamamıştım. Sabahın ilk ışıkları ile yataktan kalktım. Gül ile aynı odayı paylaşıyorduk, bunun için de çok sessizce kalkıp odanın en köşesinde duran eski sandığa yaklaştım. Gıcırdayan kapağını yavaşça açıp içinde bana ait olan küçük bohçayı aldım. Gul'ün hâlâ uyuduğundan emin olmak için bir kez daha yattığı yatağa bakıp rahat bir nefes aldım.
Işte benim tek hazinem ve tek varlığım bu küçük bohçaydı. Bağladığım uçları yavaşça açtıktan sonra, içindeki anneme ait olan yemeniyi çıkardım. Pek birşey yoktu zaten içinde, annemden kalma bir yemeni ve bir taşları dökülmüş eski bir tarak, birde babamın tütün tabakası vardı. Tabi ayağıma hiç olmayan, koca ninemin elleriyle ördüğü bir çift çorap vardı. Bunlar benim sahip olduğum tek hazinemdi.
Yemeniyi içinden alıp yatağımın üzerine bıraktım ve diğerlerini tekrar özenle yerine yerleştirip sandığa koydum. Duvarda asılı küçük eski aynada kendime baktım. Saçlarımı taradım ve yandan tek bir örgü yaptım. Yemeniyi saçlarıma bağladım.
Biliyorum o beni görmeyecek, hiç bir zaman ama yine de içimden onun için süslenmek ve mümkün olmasa da güzel olmak istiyordum.
Odadan çıkıp mutfağa gittim. Sabahın ilk ışıkları vuruyordu avluya, horozlar günü müjdeliyordu. Ocağın başına geçip ateşi harladım ve ocağa su testilerini yerleştirip, akşamdan mayaladığım hamurun başına geçtim. Hamuru bazlamalık hale getirip, üzerini ıslak bezle kapattım.
Emine ana mutfağa girip önce bana sonra da etrafa şöyle bir baktıktan sonra" kız hayırdır,karga bokunu yemeden kalkmış bir de her biseyi hazır etmişsin. Ne oluyor de bakalım."
diyerek bir elini beline yerleştirdi."Ne olacak emine anam uykum kaçtı bende gelip işleri bitireyim dediydim valla bişey yok" dedim. Ama yine de kuşkulu bakışlarından kurtulamadım.
"eyi hadi bakalım kızardı yine yanakların ama neyse, al şu anahtarları da kilerden oklava ve antep peyniri getir gözlemeleri yapalım" dedi ve boynundan anahtarları çıkarıp bana uzattı.
Mutfaktan ok gibi fırladım, daha fazla rezil olmadan kilere koşar adım gittim. Emine ana gün görmüş kadındı, sanki içimi görüyordu. Yalan söylemeyi bile beceremiyordum. Bugün çok güzel bir gün olacaktı, içim içime sığmıyor, ayaklarım yere basmıyordu.
Kiler, konağın dışında, kocaman ve her zaman kilitli kocaman kapısı olan bir odaydı. Anahtarları takıp koca kapıyı açtığımda yüzüme vuran hafif nem kokusu ile birlikte soğuk havayı içime çektim. Bu odaya ilk defa yanlız geliyordum. Emine ana anahtarları kimseye vermezdi, bu odanın anahtarı sadece büyük hanımla Emine ana da vardı sadece. Merdivenlerin başında durup el yordamıyla lambanın düğmesini bulmaya çalıştım. Karanlık oda oldukça ürkütücü ve soğuktu. Büyük konaklarda böyle bir oda hep olurdu. Bir insan boyunu aşan derinlikte, toprak ve kil duvarlardan yapılan bu odalar da bir yıl kadar bakliyat ve gıdalar saklanabiliyordu.
Işığı açıp aşağıya indim ve peyniri aldım ama oklavayı bir türlü bulamıyordum. Merdivenlerden gelen ayak sesleriyle zaten korkuyla çarpan kalbim yerinden çıkacaktı. Gelen kişiyi görünce bu günün tüm güzelliği bir anda kabusa dönüştü.
"Ne o kız seni korkuttum mu?" diyerek yaklaşan adama korku dolu gözlerle bakarken, buradan nasıl kurtulacağımı düşünmeye başladım.
"yok olur mu hiç Kazım abi benim de işim bitmişti zaten "
"nereye hemen durda güzel yüzüne bakayım biraz daha yemem seni merak etme" diyerek elini yüzüme uzattı. Panik tüm vücudumu titretiyor, adamdan burnuma gelen içki kokusu miğdemi allak bullak ediyordu. Elini yüzümden iterek bir kaç adım geri attım. Buradan hemen çıkmam lazımdı, beynimde tehlike alarmı çalıyordu. " Bu hırçınlığını seviyorum kız, beni daha çok azdırıyor " miğdem bulanıyordu bu adamı ne zaman görsem içim almıyordu.
"Çek o pis ellerini üzerimden, dolanma benim peşimde yoksa Sadık kahyaya söylerim yemin olsun" diyerek koşar adım merdivenleri çıktım ve tam kapıdan dışarı çıkarken Gül ile burun buruna geldim. Yüzünde alaycı bir gülümsemeyle bakıp, arkasını dönerek mutfağa doğru yürümeye başladı. Ben daha ne olduğunu anlamadan kapının önünde öylece Gül'ün ardından bakarken, Kazım odadan çıktı. Gözlerini kapatıp o iğrenç dudaklarını parmak uçlarına götürüp öptü ve bana doğru üfledi. Daha fazla dayanamayarak kapıya döndüm ve hemen kapıyı kilitleyip hızlı adımlarla mutfağa gittim.Emine ana bana nerede kaldın dercesine ters ters bakınca, hiç konuşmadan işe koyuldum. Bir yandan bazlamaları açarken bir yandan da bu güzelim günü bana zehir eden bu adamdan nasıl kurtulacağımı düşünüyordum.
Kazım, ırgat başı olan Nazım ağanın oğluydu. Anası onu doğururken ölmüş, babası hemen başka bir kadınla evlenmişti. Duyduğuma göre zalim bir adam olan Nazım ağa da ikinci karısından olan üç çocuğuna iyi davranırken Kazım istenmeyen çocuk olmuştu. Başına buyruk halleri, asi davranışları ve içki ortamlarıyla geçen yıllar sonunda böyle bir pislik olmuştu. Her fırsatta iğrenç bir şekilde faydalanmaya çalışırdı. Kimse ona yakın olmak istemezdi, hele ki tarlada çalışan kadınlara ve kızlara yaptıkları insanları çileden çıkarır ama kimse korkudan birşey söyleyemezdi.
Emine ana bazlamaları pişirmek için ocak başına geçtiğinde Gül yanıma yaklaşıp"kız sinsi, Kazım'la ne yapıyordunuz anlat bakalım kilerde" dedi. Bir anda başıma kaynar su dökülmüş gibi irkildim. "ne diyorsun sen gül ne isim olur benim onunla" dedim ama Gül "bilmem artık" deyip göz kırptı.
Allahım yanlış anlamıştı. Ya birine bişey söylerse, ya herkes ona inanır da benim hakkımda kötü düşünürse, ben ne yapardım. Beni kızdırmak için mi yapmıştı böyle yoksa gerçekten yanlış mi anlamıştı. Gül ile konuşmalıydım, kafasında yalan yanlış düşünceler olmamalıydı.
Bazılar pişirilmiş, yemekler afiyetle yenmiş, herkes konağın üzerine düşen işleriyle uğraşmaya başlamıştı. Çamaşır için ocak yakılması ve su ısınması gerekiyordu. Su almak için düğümleri alıp kuyuya gittigimde,büyük konak kapısı açılmış ve büyük hanımla Poyraz bey kapıda görünmüştü. Işte tüm günün yorgunluğu ve şanssızlığı o an kaybolmuştu. Tan yerinin aydınlığını izler gibi gözümü kırpmadan özledim onu. Güneşin sıcaklığını hisseden tenini, rüzgarı ve havayı içine çekişini, merdivenden inen adımlarını, allahım bu an hiç bitmese keşke. Bana doğru attığı her adımda zaman dursa da ben bu anı sonsuza kadar yaşasam. Her güzel rüyanın sonu gibi büyük hanımın bakışları da beni uyandırmaya yetmişti. Düğümleri yerden alıp ocağın yanına doğru yürümeye başladım. Tam onlardan bir kaç adım uzaktaydım ki Poyraz bey olduğu yerde durdu. Bir kaç saniye havayı kokladı sakince, sonra sanki varlığımı hissetmiş gibi bana döndü. Korkak bakışlarıma karşılık, sert bakışlarıyla direk bana bakıyor ve sanki görüyordu. Gözlerini hiç kırpmadan sadece dudaklarını oynattı.
"Beyaz zammak kokusu".....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZEHRA*TAMAMLANDI*
Historical FictionHem öksüz hem yetim bir kızın kör gözlerde aradığı umutsuz aşkın hikâyesi.