0538254197a arkadaşıma aramıza hoşgeldin diyorum. Severek okumanız dileğiyle, sevgilerlerle.......Küçük odamda bayramı bekleyen kurbanlık gibi yalnızlığı yoldaş yapmış bekliyordum. Zaman geçiyordu vücudundaki yaralar günler geçtikçe kaybolmaya başlamıştı ama ruhundaki yaralar artık kabuk tutmuyordu. Gül artık benim yanımda yatmıyor Gulfem ananın odasına geçmiş orada kalıyordu. Her gün gördüğüm tek yüz Emine ananın yüzü olmuştu, oda sadece yemek getirdiği zamanlardaydı. Odanın kapısı kilitli olduğundan hiç bir yere çıkamıyordumda. İlk günlerde yediğim dayağın acısıyla zaten kalkamadığım yataktan, şimdi kalmak için bir sebepte bulamıyordum.
Kafamda türlü sorular cevap bile aramaktan yorulmuş bir beyne sahiptim. Korkuyordum, bütün bu olanlardan değildi tabiki korkum, ama büyük hanım gelince Poyraz beyim de gelecekti. Ne hayallerle beklediğim adamı şimdi ne korkularla bekler olmuştum. En büyük korkum da bana inanmamasıydı. Ya o da başkaları gibi söylentilere inanırsa diyordum hep, sonra da Poyraz beyim zambak kokulu diyerek sevdiği kadına inanır diyordum kendi kendime. O herkesin baktığı gözlerle değil, kalp gözüyle görmüştü beni, öyle sevmişti. O bana inandıktan, elime ondan başkasının elinin değmeyeceğini bildikten sonra kim ne söylemiş benim umrumda bile değildi.
Kazım denen adamdan her şeyi zaten bekliyordum ama güpegündüz bana saldırması hiçte mantıklı değildi. Sadık kahya ona bir daha buraya gelme dedikten sonra nasıl bir cesaretle gelmişti. Anlamiyordum, kimden alıyordu bu cesareti bilmiyordum. Ya Sadık kahyanın sözleri, kulağıyla duyduğuna mı bana mı inansaymış? Tam da böyle söylemişti hatırlıyordum. Demek ki kapıda bizi duymuştu, görmüştü ama neden suçluymuşum gibi dövmüş ve hakaretler etmişti.
Şimdi Poyraz beyimin gelmesi daha bir önem kazanmıştı. Zaten içimi yakan hasretine bir de bu iftiralar eklenmişti. Günler geceleri, şafak karanlığı getiriyor zaman benim aleyhime işliyordu. Duvarlar hapishanemi oluştururken, küçük pencerem tek özgürlüğüm olmuştu.
Altı adım enine sekiz adım uzunluk, güneş tam tepede iken öğlen, batısına dört karış ikindin. Zaman önemini kaybetmişti bir süreden sonra saymayı bırakmıştım. Kaç gün doğumu, kaç şafak olmuştu. Pencere bile boş bakışlarımda önemsiz kalmıştı. Hem banane ki kim gelmiş avluya kim geçmiş, kim ne işle uğraşıyormuş.
Yağmur da yağımıyordu kaç zamandır, annemin kokusu teselli ederdi belki beni. Açardım pencereyi çekerdim içime mis kokusunu kapatırdım sonra gözlerimi, uzanıp pencere dibine, uyuya bilirdim belki o zaman anamın dizlerinde.
Kapının kilidi açılıyordu, herhalde öğle olmuştu, Emine ana yine sofradan artan yemekleri getirmişti. O da hiç konuşmuyordu, yemek tepsisini bırakıp çıkıyordu. Ama bu kez farklı olmuştu kapının açılmasıyla içeri kafasını uzatan kişi Gül'dü. Elinde tuttuğu tepsiyi yere bıraktı, önce odaya bir göz gezdirdi ve bakışları bende son buldu. Yüzünü buruşturarak baktı bir süre, ben ise ona içeri girdiği andan beri boş boş anlamsızca bakmaya devam ediyordum.
"kızım bu ne pislik, leş gibi olmuşsun, sen hiç yıkanmadın mı? diyerek alay etti. Baktı bende hala ona cevap verecek hâl yok, bu defa ciddileşerek devam etti.
"hadi yine iyisin bitti hapis hayatın, büyük hanımlar az önce geldiler, gözün aydın." dedi. Yanlış duymamıştım, bu kez gördüğüm, duyduğum şey hayal değil gerçekti değil mi? Bu anın hayalini ne çok kez kurmuştum. Yüzüm artık nasıl bir hâl almışsa, Gül bu kez bana bakıp güldü.
"bakıyorum da ilgini çekti konu ha, az kaldı sevgiline kavuşmana çünkü babam yarın ilk iş büyük hanımla konuşacak ve sende Kazım'la evlenip bu hapishaneden çıkacaksın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZEHRA*TAMAMLANDI*
Historical FictionHem öksüz hem yetim bir kızın kör gözlerde aradığı umutsuz aşkın hikâyesi.