Hayatıma giren iki erkek olmuştu, biri canımdan çok sevdiğim babam, diğeri canımdan bile vazgecebilecek kadar sevdiğim Poyraz bey. İkiside bana hayatımda kimseden görmediğim ilgiyi ve sevgiyi tattırmıştı. İkisinden de bir çiçeğin hikayesini dinlemiştim. Babam bana hercai ve kardelen aşkının vefadan, sadakatten ve hayal kırıklığından sonra yeniden yeşeren ve her zorluğa göğüs geren yeni aşkını anlatmıştı. Hikayenin sonunda bana "hiç bir zaman umut etmekten vazgeçme çünkü kötü görünen şeyden bazen çok güzel şeyler doğabilir" demişti. Poyraz bey ise bana zambak çiçeğinin hikayesini anlatmıştı. Saflığı, güzelliği, fedakarlığı içinde barındıyordu. Aşk öyle güçlü bir bağ dı ki araya ne zaman nede mekân girebilirdi.
Küçücük bir kulübede, yanan ocak ateşinin bile donduğu, bir yangın başlamıştı. Ninni söyler gibi ahenkli sesiyle anlattığı hikaye aklımın hükümdarlığına son vermişti. Ya o son sözleri " çünkü sen benim için saf bir meleğin gözlerinden akan aşk gibisin" evet yanlış anlamamıştım bu güzel sözler benim içindi. Ben hâlâ söylediği güzel sözlerin etkisinde kanatlanırken, parmağı sahiplendiği dudaklarımda keşfe çıkmıştı. Ona bu kadar yakın olmak küçük kalbime iyi gelmiyordu. O ise durumu daha da zor bir hale getirmek için kalbimin sınırlarını zorluyordu. Diğer elini belimden çekerek yanaklarıma dokundu, şimdi iki eli de yüzümdeydi. O kadar yakındık ki nefesi yüzüme vuruyor, hücrelerimde bu durumun heyecanıyla halay çekiyor gibiydi. Çünkü miğdem alakbulak olmuş, karnımdaki kelebekler dört bir yandan içime doluşmuştu.
Beni kendine kendine doğru yavaş yavaş çektiğini hissediyordum ama büyülenmiş gibi buna karşı koyamıyordum. Dudaklarına değen dudaklarım kızgın demirin suyla buluşması gibi buharlaştı ve onun dudaklarına karıştı.
Ben Zehra.... karanlık gözlerinin gönüllü mahkûmu. O uçurum ise, ben intihar etmeye razı, kendini boşluğa gülümseyerek bırakan zavallı.
Ben Zehra.... yanacağını bile bile cehennem zebanisine giriş için yalvarmaktan vaz geçmeyen günahkâr.
Ben Zehra... göz yaşlarından doğan zambak çiçeğinin kaderini, kendi alın yazısı yapan aptal.
Ben Zehra..... günahı sağına, acı ve eziyeti soluna alan ama pişmanlığı hep karşısında tutan Zehra. Başına ne gelirse gelsin asla bu günü yaşadığından pişman olmayan kadın.
Evet bir kadın olmuştu artık, Poyraz beyinin kadını. Ruhuna dokunan, aşkını kutsal bildiği adamın zina sonucu da olsa karısı olmuştu. Kalbini, ruhunu, ömrünü verdiği adama elinde kalan son şeyi olan namusunu da vermişti. Artık herşeyiyle Poyraz Eroğlu'nun olmuştu.
Bir çırpıda çıkarılıp atılmış elbiseler ve dudaklardan başlayan yangın, çıplak tenlerinde zevkin doruklarında devam etmişti. İlk kez yaşadığı bu zevk, kadınlığında ki sancılı ağrıyı bile yok sayıyordu.
"bana bu dünyada ki en büyük zevki yaşattın, benimsin artık zambak kokulu meleğim"
Böyle bir mutluluk olabilir miydi? Bir beyin ve bir hizmetkarın sonu mutlu biter miydi? Gözlerimi kapattım ve bu mutluluğuma kara bir leke gibi bulaşacak tüm soruları sildim. Aklım artık hükmünü yitirmiş, tüm idare kalbimin eline geçmişti. O küçük kulübe benim mabedim olmuştu.
Toprak kokusu belkide en sevdiğim kokuydu. Rüzgâr tüm pislikleri silip süpürmüş, yağmur yıkanmıştı doğayı. Ben mi bir başka görüyordum artık dünyayı, yoksa her şey güzelleşir miydi sevdiği insanla beraberken. Mutluluğuma şahitlik eden kulübeyi ardimizda bırakıp konağın yolunu tutmuştuk. Ormandan çıkıncaya kadar beraber geldik, bütün yol boyunca sustuktan sonra "ben burada ayrılayım, bir gören olmasın" dedim sessizce.
"neden korkuyorsun"
"korkmuyorum sadece kimse görmesin yani şey işte dedikodu olur"
" olsun, ne çıkar bundan, kör bir adamla görülmekten utanıyorsan başka tabi başka" sözlerinin sonunda kaşları çatılmış, sesi sertleşmişti. Yanlış anlamıştı, kızmıştı bana utanıyorum ama ondan değildi utancım kendimdendi." Yanlış anla....."
"tamam açıklama yapmana gerek yok ben yanlız gideceğim" diyerek sözümü kesti. Kolundaki elimi çekerek arkasını dönüp gitti. Öylece ardından bakarken ilk kez kendime bir soru sordum. Neden benim kim olduğumu hiç merak etmemişti, neden bana adımı bile hiç sormamıştı?Akşam üstü geldiğim konakta hala bir sessizlik hakimdi. Ocaklığa gittiğimde bıraktığım çamaşırları yıkanmış buldum. Hepsi yıkanıp asılmıştı. Ben daha kim yaptı diyemeden içeri gelen Gulfem ana ile bütün burnuna gelmiştik.
"kızım neredesin sen kaç saattir. Merak ettim yine bu şuursuz ana kız sana bişey yaptı zannettim."
"kusura bakma Gulfem ana" diye mırıldandım. Ne söyleyecektim ki ona nasıl anlatacaktım bugün olanları.
"neyse iyisin ya bana yeter kuzum, konak zaten sabah beri yangın yeri gibi ortalarda olmaman iyi oldu"
"neden ne oldu ki?" Korkarak sorduğum sorunun cevabından daha çok korkuyordum. Gerçi Gulfem ana sakindi bizi anlamış olsaydı böyle sakin olmazdı.
"sorma gelin hanımın babası ölmüş, hazırlık yapılıyor herkes Gaziantep'e gidiyor cenazeye." dedi. demek ki Poyraz beyim sabah evden böyle kaçmıştı. Ortalık bu kadar karışık iken kimse anlamamıştı yokluğunu, onun için de kimse aramaya gelmemişti. Poyraz beyim de gidicek miydi acaba? Peki ne zaman dönecekti ki bana kırgın ayrılmıştı, onunla konuşmam ve artık gerçeği söylemem lazımdı. Yoksa hep bu yanlış anlaşma sonucu üzülecektik.
Aradan geçen bir kaç saat boyunca konağa girip Poyraz beyi bulmayı ve onunla konuşmayı düşündüm. Ama ne ben konağa girebildim nede onu son kez gitmeden görebildim. Emine ana mutfaktan bir dakika bile çıkmama fırsat vermemişti. Akşam yemeği toplanmış herkes hazırlık yapmak için odalarına gitmişti. Gelin hanım haberi alır almaz yola çıkmış olduğundan büyük hanım da gelen gidenden başını alamadığı için ancak şimdi yola çıkacaklardı. Poyraz beyim de gidecekti Gulfem ana eşyalarını hazırlamaya çıkmıştı. Bir kaç gün göremeyecek olmanın acısı şimdiden içime bir taş gibi oturmuştu.
"Zehra Gulfem ananın işi var çamaşırı sen topla , içinden alacakları olabilir büyük hanımın" dedi Emine ana "tamam "diyerek Ocaklığa gittiğimde topladığım çamaşırları sepete koydum. Ocaklığın konağın arkasına bakan küçük pencere olukları vardı. Oradan hava alırdı ocaklık, konağın arka bahçesine bakardı. Son çamaşırı da alacakken kulağıma gelen fısıltı sesleri de beni o küçük pencereye yönlendirdi. Bu saatte arka bahçede gezen hayra alamet değildir diyerek yaklaştığım pencereden gözüme ilişen iki kisi vardı.
"ben bir şeyi bahane edip yarın dönerim gülüm sen canını sıkma, ben senin kokunu almadan, sesini duymadan yaşayamam zaten"
"sen bilirsin valla ağam, benden kurtulmak için kaçıyorsun gibi bir halin var"
" deli olma gülüm senden neden kaçayım, ama kayın babamın da cenazesine gideceğim millet ne der sonra, hadi üzme beni daha fazla da yolcu et erkeğini"
Allahım ben neler görmüş neler duymuştum az önce öyle. Alpaslan beyim ve Gül gizlice birlikteler miydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZEHRA*TAMAMLANDI*
Historical FictionHem öksüz hem yetim bir kızın kör gözlerde aradığı umutsuz aşkın hikâyesi.