aysipmusa123, arkadaşıma aramıza hızlı bir şekilde girdiği için hoşgeldin diyor ve yeni bölümü beğeninize sunarım. Bu arada arkadaşlar bilenler biliyor, yeni gelen arkadaşlar için söylüyorum ki ben iki günde bir bölüm atıyorum. Çok bekletmeyi sevmiyorum.
Nur_u alemde Allah(c.c) meleklerle ruhları bir araya toplamış. Her melek kendine yakın olan bir veya birkaç ruh seçip alınlarına bir buse bırakmış. Aradan geçen zamanın bir önemi olmaksızın sırası gelen ruh dünyaya gönderilmiş. Dünyaya gelen ruh milyonlarca insan arasından alnına bırakılan mühürle bağlandığı meleği bulur ve onun bedeninde yeni bir can olurmuş. Anne ve bebek arasındaki bu bağ asla bozulmamış. Birinin hissettiğini diğeride hissedermiş.....
Yaşadığım hiç bir acı bu acıyla kıyaslanamazdı. Kemiklerimden etimin ayrıldığını, ucu kızgın demirlerin vücuduma girdiğini hissediyordum. Belimden kasıklarıma vuran acıyla, sanki ellerimle gitmesine engel olabilirmiş gibi sımsıkı tuttum karnımı. Buna da dayanamazdım çünkü, herşeyi kaybetmiş bir insandım ben bebeğimi de kaybedemezdim. Bütün gücümle içimdeki bütün acıyla bağırdım;
"yardım edin Allah aşkına yardım edin" diye. Yanı başımdaki hareketlenme bir umut olmuştu, biri vardı yanımda, kim olduğu umurumda değildi yeterki bebeğimi kurtarsın diyordum. Sancılar içinde zar zor da olsa açtığım gözüme, Nurcan takılmıştı. Bir elini beline koymuş diğer eliyle başını tutarak, kanlar içindeki yüzünü döndü ve bana bir süre ifadesiz baktıktan sonra dış kapıya yöneldi. Aksayan ayağıyla hâlâ kapıyı yumruklayan, panik ve öfkeli sesiyle ortalığı yıkan Kazım'a kapıyı açtı. Kazım savaş meydanına gidip zahiyatı anlamaya çalışan bir asker edasıyla içeriye girdi. Önce Nurcan'ın yüzüne baktı boş boş, ona sarılan ve ağlayan kadına bir eliyle sarıldı. Bakışları beni bulduğunda gözlerinin içine baktım, o an gözünde bir çok duygunun geçtiğini gördüm. Öfke, sevgi, ihanet ve acıma duygusu vardı. Bakışlarını gözlerinden çekip bacaklarıma çevirdiğinde, ışte bu kez tamamen korku dolmuştu gözlerine.
Kazım 'ın bakışlarını, duyduğum acıya rağmen başımı doğrultarak takip ettiğimde, o korku benim bütün bedenimi sarmıştı. Bacaklarımdan akan kırmızı kan belimden aşağısını tamamen kaplamıştı.
"hayırrrrr..... gitmeeee...yalvarırım gitmeee...bırakma beniiii"
Canım yanıyordu, tüm bedenim ağrıyordu ama onu kaybetme korkusu hepsinden kötüydü. Neden her zaman ben oluyordum kaybeden, öfkem, sevgim, merhametim hepsi dönüp bir bıçak gibi bana saplanıyordu. Her olayın sonunda canı yanan kalbi kırılan hep ben oluyordum. O kadar zayıf ve iradesizdim ki küçücük bir bebeği bile koruyamıyordum. Ona birşey olursa benim yaşamamın ne anlamı olurdu artık, kimsem kalmamıştı ki bu hayatta bir Zehra eksilse kim bilecekti.
"Zehra kuzum kendine gel, bırakma kendini Zehra" Ayşe gelmişti, ne zaman gelmiş, kim çağırmıştı bilmiyorum ama gelmişti ışte. Bebeğimi kurtarmak için gelmişti.
"Ayşe yardım et kurtar onu yalvarırım"
"merak etme canım benim, Hanife teyze nerdeyse gelir,sık dişini biraz" dedi.
Zaman geçiyordu, Ayşe ve Hanife teyze ellerinden geleni yapıyordu. Dudaklarımdan dökülen tek bir cümle vardı artık tek duam, tek isteğimdi.
Kurtarın bebeğimi.....
Bu sabah çamaşır için ısıttığım su, doğumuma kısmet olmuştu. Ayşe durmadan birşeyler almak için sağa sola koşturuyor, Hanife teyze ve yanında gelen daha önce hiç görmediğim bir kadınla beraber benim yanımda duruyordu. Üzerimdeki elbiseyi göğsüme kadar yırtan Hanife teyze, eline aldığı sabunu suya batırıp çıkarıyor ve karnımın üzerinde baskılar yaparak bebeği pozisyona getirmeye çalışıyordu. Diğer kadın da durmadan sıcak suya bastırdığı çarşaftan kesilen kumaşlarla bacak aramdan gelen kanı siliyor ve durmadan Hanife teyze'ye durumu söylüyordu.
"kan gittikçe daha çok geliyor bacım, bu çocuk ters geliyor, " diyerek haber veriyordu. Hanife teyze de bana "şimdi bekle sakin ıkınma çocuğu düzeltiyorum, ben sana söylediğim de ıkın ve tüm gücünle it çocuğu" diyerek beni yönlendiriyordu.
Emine anayla Gulfem anamın bir gün aralarındaki konuşma aklıma gelmişti. Emine ana "bir kadın doğum yaparken eti kemikten ayrılır ve tekrar birleşir, doğum ışte böyle zor birşeydir. Allah bile, o kadına çektiği bu kadar acı yeter diyerek bütün günahlarını affedermiş" demişti. O zaman bu nasıl bir acıymış acaba diye merak etmiştim. Şimdi anlıyordum işte, neden cennet annelerin ayağı altında dediklerini.
"şimdi kızım Zehra, şimdi ıkın tüm gücümle it onu bu son şansımız yoksa boğulacak" Hanife teyzenin alnından akan terler gözlerine giriyor ve yanan göz bebeklerini zar zor açabiliyordu. Tüm gücümle itiyor, ağrıdan kasılan çenemin titremesine bile engel olamıyordum. Arada aldığım kesik kesik nefesler işe yaramıyor, bağıracak gücü bile kendimde bulamıyordum.
"hadi kızım derin bir nefes al ve son kez it" dedi ve Ayse'ye dönüp"sende iman tahtasının oradan yavaş yavaş baskı yaparak bebeği it" dedi. Ayşe başıyla onayladı ve başucuma geçerek ellerini göğsümün hemen altına yerleştirip bastırmaya başladı. Son kez derin bir nefes alarak ittim. O kadar acıya dayanamadım ve aynı anda bütün vücudumu titreten bir çığlıkla evi inlettim.
Çığlığımın kesilmesiyle içimden kayan, yumuşak bir his duydum, ardından gelen bir bebeğin ilk sesi. O ses ki birden acılarımı bitirmişti, o ses ki cennetten gelen bir melodi gibiydi. Tanımadığım kadın heyecanlı ve yorgun bir sesle "gözün aydın kızım, nur topu gibi bir oğlun oldu" dedi.
Herkesden gelen derin bir ohh sesine, bebeğin ağlama sesi karışıyordu. Bense hâlâ vücudumun titremesine engel olamıyor ve sesli bir şekilde ağlayarak sakinleşmeye çalışıyordum.
"bırakın ağlasın, döksün içindeki acıyı, korkuyu, biz işimize bakalım" Hanife teyzenin talimatı ile dikkatler üzerimden gitmişti. Gerçekten de ağladıkça acılar azalıyor, titremeler yavaşlıyordu. Sanki vücudum içindeki tüm zehiri akıtıyordu. Bir süre sonra Ayşe kucağında sarıp sarmaladığı bebeği yanıma getirtip gözlerimin içine sevgiyle bakarak "al bakalım oğlunu, çok yakışıklı olacak kesin "deyip kucağıma bıraktı.
Eğer dünyaya bir daha gelsem ve bu hayatı tekrar yaşayacağımı bilsem, şu an için hiç düşünmeden yine de isterdim. Çekilen tüm acıların sonunda mutluluk, tüm karanlığın sonunda ışık olduğu gibi bu melekte benim ödülümdü. O kadar güzeldi ki tarifi imkansızdı, benimdi, herşeye bedeldi. Gözlerimi güzel yüzünden ayıramıyordum, ona baktığım her an içime dolan bir huzur vardı. Yırtık çarşafların arasına sarılmış bir mücevher gibiydi.
"Zehra, her yere baktım ama bebek için hazırladığın bohçayı bulamadım, nerede söylede getireyim, giydirelim artık bu delikanlıyı" Ayşe'nin sözleri her ne kadar acı da olsa bebeğimin yüzüne bakınca hiç birşeyin önemi yoktu. Gayet sakin bir sesle "yok ki, onun için hazırladığım hiç bişey yok, zaten olması da gerekmiyor, o geldi ya gerekirse kendi ellerimle dikerim" dedim. İçerideki herkesin görmesem de bana acıyarak baktığını biliyordum. Kısa süren Bir sessizliğin ardından "doğru söylüyorsun aslında, benim oğlana aldıklarım hep bir iki giymede küçülmüştü, hatta bak aklıma ne geldi o eşyaların hepsi duruyor onları getireyim ben, bu yakışıklıya da çok yakışır" dedi Ayşe. Minnet dolu bakışlarım odada ki herkesin üzerinde gezindi, onlar olmazsa bebeğim şu an kollarımda olmazdı.
"çok emeğiniz var hakkınızı nasıl öderim bilmiyorum" dedim.
"neyse ne hadi bebeği hasta etmeden getirin de giydirin, sonra da kundak yapın. Elleri kolları oynamasın yoksa bebek korkar" dedi Hanife teyze. İste o an bakışlarımda ki sertlik sesime yansımıştı.
"o korkmayacak, annesi gibi olmayacak benim oğlum"
"emin misin?" ......
Kapının önünde duran gölge, herkesin dikkatini ve bakışlarını kendine çekmişti. Sadece ben bakma gereği duymamıştım, çünkü Kazım 'ın gaddar sesini görmeden de tanıyordum. Bakışlarımı bebeğimden hiç ayırmadan cevap verdim.
"Evet,hiç olmadığım kadar"......
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZEHRA*TAMAMLANDI*
Historical FictionHem öksüz hem yetim bir kızın kör gözlerde aradığı umutsuz aşkın hikâyesi.