Hayalci67 ve neyaaoff arkadaşlarıma aramıza hoşgeldiniz diyorum. Arkadaşlar bu arada bir kaç bölüm sonra Poyraz beyin anlatımı gelecek üst üste birkaç bölüm sadece onu yazacağım ne dersiniz?Not: yeni bölüm salı günü sizlerle....
Eroğlu çiftliği, bana dokuz yıl ev olmuştu. Kocaman kapısından girdiğim ilk günü hatırlıyordum. Kimsesiz, hayattan yorulmuş, genç yaşta omuzlarım çökmüş bir haldeydim. Artık sadece Allahın verdiği bir canım vardı ve ben ona sahip çıkmak için yaşıyordum. Malatya'ın bir köyünde doğmuş büyümüştüm. Ali ile orada evlenmiş, ve Adana'ya gelmiştik. Pamuk işçiliği yapıyorduk, bir kaç yıl çok istesekte Allah bize bir evlât vermemişti. Tam umudu kesmişken, beş yıl sonra bir kızım oldu. Pamuk tarlalarına yakın kurulan çadırlarda kalır, sabahın ilk ışıklarından, gün batımına dek pamukta çalışırdık. Mutluydum, çünkü beni seven bir kocam ve beş yıl hasretini çektikten sonra gelen bir bebeğim vardı. Ama bu mutluluk uzun sürmedi, çadırlarda başlayan bir sıtma hastalığı, hızla yayılıyordu. Bu hastalık bizim çadıra da çok geçmeden uğramış, bebeğimi daha doyamadan benden almıştı. Üç aylık bedeni hastalığa yenik düşmüştü. Bu acı ne beni ne de kocamı iflah etmemişti. Adana da bir şantiye de amelelik işi bulan kocamla beraber pamuktan tamamen uzaklaşmıştık. Aradan geçen dört yıl ölen bebeğimin acısı ve bir daha olmayan bebek hasretiyle bitmişti. Ağzına içki almayan Ali son zamanlarda kendini içkiye vermişti. Oda acısını böyle unutuyor diyerek bende bişey demiyordum. Ta ki inşaatta geçirdiği kazaya kadar, bel kemiği hasar gördüğünden bir daha yürüyemez dediler. Ali artık yatalak olmuştu ve artık içki onun tek dostu olmuştu. Bir yandan evlere temizliğe gidiyor, bir yandan evde yatalak kocamla ilgileniyordum. Gittikçe paranoyak olan ruh hali, kıskanç ve kendine acıyan bir adama dönmüştü. Bir yıl kadar çektiği acılar çoğalmış ve artık ikimiz içinde işkence olmuştu. Onu hâlâ seviyordum ama bana olan sevgisi kıskançlığa dönüşünce hayat benim içinde çekilmez olmuştu. Bir akşam eve geldiğimde yerde kırılmış içki şişesinin parçaları ve kanlar içinde cansız bir beden bulduğumda, bu hayatta artık kimsem kalmamıştı.
Eroğlu konağının kapıları bana o olaydan bir kaç ay sonra açılmıştı. Korkak, hayata güvensiz ve kimsesiz girdiğim bu konak bana beş yıl sonra Zehra'yı vermişti. O kapıdan kimsesiz, ürkek ve korkak girmesi kendime aynada bakmam gibiydi. Onbeş yıl sonra sanki Tanrım onu bana teselli olarak göndermişti. Kendi kızımı görür gibi oluyordum. Kalbi de yüzü kadar güzel olan Zehra daha ilk günden kalbimi kazanmıştı. Gül'ün kıskançlıkları, Emine kalfanın eziyetleri bile güzel yüzünü söndürmüyordü.
İnsan bazı yaraları iyileştiremez, zaman sadece onları sarar ve kanamasını engeller. Zehra benim ben de onun sargısı olmuştuk, ben onu kaybettiğim kızım gibi oda beni hiç görmediği anası gibi sevmişti. Dört yıl boyunca gözyaşlarımızı sildik beraber, ortak olduk acılarımıza. Çiftlikte bir çok şeyin değiştiğini görmüştüm, bunlardan biri de Zehra'ydı. O zamanlar anlamamıştım ama Poyraz beyin geldiği günden sonra değişmeye başlamıştı. Bana herşeyi anlatan kız gitmiş içine kapanan ve her şeyi içinde yaşayan kız gelmişti. Duyduğum çok şeyi dedikodu diyerek kulak arkası etmiştim. Buna Kazım 'la olan olaylarda dahildi. O yaşadığı herşeyden kaçmayı seçmişti, kimseye birşey söylemeden kendini mahkum etmişti. Bir suçlu gibi çıktığı bu konaktan, ardında bir sürü sırrı da yanında götürmüştü.
Zehra'nın beni evinden gönderdiği gün sırtımda ağır bir yükle konağa geri döndüm. Beni göndermeyi istemiyordu biliyordum, ama Kazım 'ın ona ne söylediğini onu nasıl korkuttuğunu bilmiyordum. Kızgın yada kırgın değildim, bir ana nasıl evladına kızabilirdi ki. Sadece onun için korkuyordum, Kazım herşeyi biliyordu ve bebekte Zehra da her gün tehlike altındaydı.
Konağa geleli bir hafta olmuştu ki Kazım 'ı yine çiftlikte görmüştüm. Her zaman onu görünce Zehra'dan bir haber alma umuduyla yanına gider sorardım, o da beni başından salmak için iyi iyi selamı var derdi. Bu kez sormadım çünkü iyi olmadığını biliyordum. Kazım beni görünce konuştuğu adamdan uzaklaşıp yanıma geldi.
"nasılsın kalfa, misafirliğin erken bitmiş, keşke biraz daha kalsaydın."
"öyle olması gerekiyordu, burada işler yoğun, hatta konuşacak bile fırsatım yok." diyerek işime döndüm.
"yazık bende sana müjdeli haberlerle gelmiştim,gözün aydın Zehra'ın bir oğlu oldu" dedi. O an elim ayağım birbirine girmişti. Daha zamanı vardı çünkü neden erken olmuştu? Başına birşey mi gelmişti. Endişeli bakışlarım Kazım'ı bulduğunda, öylece tepkime bakıyordu. Sanki her hareketimde bir anlam arıyordu. Yanıma biraz daha sokularak kulağımın hemen yanında durdu ve "babasına da müjdeyi sen verirsin artık" dedi. Kanım donmuştu, sesi o kadar ürkütücü ve korkunçtu ki, yutkunamadım bile.
O gece uyku tutmamıştı, Zehra iyi değildi, Kazım herşeyi biliyor ve olaylar konkunc bir hal alıyordu. Poyraz beyle konuşmam ondan en azından çocuğuna ve Zehra'ya sahip çıkmasını istemem lazımdı. Yaptığı hatanın sorumluluğunu alması gerekiyordu. Ama bir yandan da Gül'ün başına gelenleri düşünüp korkuyordum. Başka bir adamın nikahın da olan bir kadına nasıl yardım edebilirdi ki? Sabaha kadar düşündükten sonra söylemeye karar vermiştim.
O gün ve bir kaç gün Poyraz beyi yanlız yakalamak için uğraştım. Ama her sabah büyük hanımla kahvaltı yaptıktan sonra dışarı çıkıyor ve akşama kadar konağa dönmüyordu. Akşam bazen yemeğe gelir bazenler de hiç inmez odasından çıkmazdı. Bir kaç defa büyük hanımı doktorla konuşurken duymuştum. Poyraz beyin içine kapandığını ve onun bu halinden korktuğunu söylüyordu. Sadık kahya ve ailesi gittiğinden bu yana tüm konak ve yeni gelen hizmetliler den ben sorumlu olmuştum. Kendi derdime ve işlere o kadar dalmışım ki etrafımda olanları göremiyordum. Büyük hanımın endişeli halleri, Poyraz beyin içine kapanık dalgın ve kızgın olan hallerini yeni yeni fark ediyordum. Ortada bu kadar karışıklık varken ben nasıl Zehra'yı anlatacaktım bilmiyordum. Ama onu da o evde ve Kazım 'la bırakmaya da gönlüm razı değildi.
Bir haftayı geçen bir süreden sonra kendimce bulduğum tek çözümle büyük hanıma gittim. Çalışma odasında kahvesini verirken tüm cesaretimi toplayıp konuyu açtım.
"hanımım, eğer zamanınız varsa ben bir konu hakkında konuşmak istiyorum"
"söyle Gulfem kalfa, yeni çalışanlarla bir sorun mu var yoksa?"
"yok hanımım konu onlar değil, konu şu ki, ben Poyraz beyim hakkında bir gerçeği öğrendim. Ne yapacağımı bilemediğim için de size geldim" bakışları değişen kadın önce beni tepeden tırnağa süzdü ve "devam et, ne olmuş Poyraz beye"
"Hanımım, Poyraz beyimin bir oğlu oldu, " konuya direk girmek daha iyiydi. Zaten evirip çevirmesini beceremezdim. Büyük hanım elinde tuttuğu fincanı, titreyen parmakları arasından yavaşça masaya bıraktı. Yüzü bembeyaz olan kadın kocaman olan gözlerini üzerime dikti. Olayın şokuyla olsa gerek bir süre sadece sessizlik hakim olan odada, artık biraz korkmaya başlamıştım. Kendi kendime acaba hata mı ettim derken büyük hanımın sesiyle kendime geldim.
"kim söyledi bunu?" O an beynimden vurulmuş gibi oldum. Kimden diye sormamıştı, yada nerede diye de sormamıştı, demek ki biliyordu. Yada tahmin ediyordu, bir kız olduğunu, belki de bilmediği bebekti. Evet öyle olmalıydı, ortada bir bebek olduğunu bilmiyor ama bir kız olduğunu biliyordu.
"bebeğin annesi" dedim. Sesim istediğimden bile soğuk çıkmıştı. Ama büyük hanımın sesi daha acımasız ve daha soğuktu.
"bana bebeğin yerini söyle ve bu konuda kimseye ağzını bile açayım deme. Poyraz bey de dahil, yoksa neler yapabileceğimi tahmin bile edemezsin"
Hata yapmıştım, içimde bunun büyük bir hata olduğunu biliyordum. Büyük hanımın ne düşündüğünü, ne planladığını bilmiyordum ama bunun Zehra'ın canını yakacak bir şey olduğunu hissediyordum.......
Allahım ben ne yaptım..........
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZEHRA*TAMAMLANDI*
Historical FictionHem öksüz hem yetim bir kızın kör gözlerde aradığı umutsuz aşkın hikâyesi.