Merhaba arkadaşlar öncelikle aramıza yeni katılan ehribanGzdeGndodu ve szmanl2121 hoşgeldiniz diyorum. Ve beni hiç yanlız bırakmayan GLTENKL ve advesrav13'e çok teşekkür ediyorum iyiki varsınız..... İyi okumalar.....
Koluna girmek, ona dokunmak düşüncesi bile tüm bedenim de deprem etkisi yaratmaya yetmişti. Poyraz bey sen bilmiyorsun ama benim aciz bedenim bu depremde yıkılır demek istedim ama tabiki söyleyemedim. Titreyen ellerimi uzattığı koluna girmek için yaklaştırdım ve kolunu tuttum. Gözlerim önce tuttuğum kola, sonra da sahibinin yüzüne döndü. Yüzündeki mimikleri dudak kenarından yana kıvrıldı ve yavaş yavaş tüm yüzüne bir gülümseme yerleşti. Ne kadar güzel bir görüntüydü bu Allahım tarif edemiyordum. Neden gülmüş olursa olsun çok güzeldi önemli olanda buydu zaten.
Birlikte yavaş adımlarla kulübeye doğru yürümeye başladık. Hava öğle olmasına rağmen kararmış, yağmur şimşeklerle haberci göndermeye başlamıştı.
" Kulübede duman yada ışık varmı zambak kokulu?" diye sorarak aramızdaki sessizliği bitirmişti.
"hayır yok, sanırım bugün avcılar gelmedi hava kötü diye" belki de ilk kez bu kadar uzun bir cümle kurmuştum. Bunun oda farkındaydı sanırım çünkü o gülüşü yeniden bahsetmişti. Utanıyordum hem de çok utanıyordum. Ama ondan veya yaptıklarımdan değil onun yanına yakışmayan kendimden utanıyordum.
Yağmurun başlamasıyla tozlu yol çamura, bizde bu havayı bile bile dışarıya çıkan ıslak sıçana dönmüştük. Az önce utana sıkıla tuttuğum kola şimdi daha sıkı sarılıyor ve düşmesin diye Poyraz beye destek oluyordum. Yağmur hızını arttırırken biz düşmemek için daha da yavaşlıyorduk ve daha çok ıslanıyorduk. Onun üzerinde ince bir yağmurluk vardı ama onu ıslanmaktan korumuyordu. Benim ise pamuklu elbisemden başka bişey yoktu. Aceleyle ocaklıktan çıkınca kalın yeleğimi orada unutmuştum.
Çamurlu yol bitmiş kulübenin taşlı yoluna gelmiştik nihayet ama sırılsıklam bir vaziyetteydik. Birkaç adım sonra kulübenin kapısı önünde durduk son bir kez etrafa bakıp kapı kolunu tutan kalın urganı çözmeye başladım. Poyraz bey yani başımda beklerken kapıyı açıp önce ben girdim. Evde tahmin ettiğimiz gibi kimse yoktu, geri dönüp koluna tekrar girdiğim Poyraz beyimi de dikkatle içeri aldım. Küçük kulübede bir ocak, yanında kova içinde bir kaç odun vardı. Ortaya serilmiş kirli bir kilim, iki sandalye ile bir masa ve kenara serilmiş bir döşek ve bir de kapı arkasinda bir perde ile ayrılmış bir bölüm vardı. Poyraz beyi döşeğe oturtup ocağın başına geçtim. Sırılsıklam olmuştuk ve hemen kurumazsak hastada olacaktık.
Odunları ocağa yerleştirip yaktım."gel otur biraz çok yoruldun " diyen Poyraz beye bakıp gülümsedim. Beni düşünüyor benim için endişeleniyordu, o görmese bile merhamet ve sevgi dolu bir gülümseme de benim yüzüme yayılmıştı.
" önce ocak tutuşsun da üşümeyelim " dedim.
" tamam, o zaman senden bişey isteyebilir miyim? "
"Tabi ki ne istersen"
" Ben çocukken buraya gelmeyi çok istemiş ama abim beni burası hakkında anlattığı hikayelerle çok korkutmuştu. Biliyorum şimdi onun anlattığı gibi değil ama kendi gözlerimle göremediğim için geçmişin hayaletleri hep peşimde olacak. Senden isteğim hem işini yap hemde bana içeride ne görüyorsan anlat olur mu?"
Son sözleri söylerken sesinin titremesi içimi yakmıştı. Hayeletlerle de neyi kast ettiğini de anlamamıştım ama bir insanın dünyasının kararmasından daha kötü değildi sanırım.
"tabi ki öncelikle tek göz ve kutu gibi bir yer. Kapının hemen yanında ki yerde bir yer mindeli var, senin oturduğun yer yani ve üstünde tek camı kırık bir pencere var. Sol yanında ocak var biraz kırık dökük ama idare eder, ayrıca şansımız varmış ki kuru odun dolu bir kova da yanındaydı. Tam karşında bir masa ve etrafta dağılmış sandalyeler var." Hem anlatıyor hem de etrafa çeki düzen vermeye çalışıyordum.
"bir de kapının arka tarafında bir perde asılı bölme var." gidip perdeyi araladım ve arkasına göz atıp anlatmaya devam ettim. "burada iki sandalye üzerine bırakılmış yatak yorgan var, ayrıca bir de telli dolap var. İçinde bir kaç kavanoz baharat, bardak, çatal_kaşık, kazan ve birde çaydanlık var. Ben çay da bulabilirsem sana sıcak bir çay yapayım, için ısınır ."
Kulübenin küçük oluşu çabuk ısınmasını sağlamış ve kuru odun sayesinde çayımızı da pişirmiştik. Hayatım boyunca bu kadar çok konuşmamıştım belkide. Kulübenin içini, penceye geçirilen naylona inat görebildiğim kadarıyla manzarayı, rüzgarda deli gibi sallanan ağaçları ve gök yüzünü aydınlatan şimşekleri. Poyraz beyim sadece dinledi, ben bazen coşarak, bazen üzülerek, bazen de gülerek anlattıkça o sadece dinledi.
Çay hazır olunca bardakları almak için bölmeye gittim ve bardakla birlikte battaniyeyide alarak geri döndüm. Bardakları masaya bırakıp, battaniyeyi Poyraz beyin üzerine örtmek için yanına geldim ve diz çöktüm." Üzerinizi indirelim de battaniyeye sarılın, böyle sırılsıklam üşüteceksiniz." dedikten sonra üzerindeki yağmurluğu çıkarmak için eğildim. " Hem çay da hazır şimdi içersiniz sıcacık elbiseler kuruyana kadar"
Yagmurluğun kolunu çıkara bilmek için Poyraz beyin omuzlarına kadar eğilmiştim. Dağılan saçlarımın arasında hissettiğim nefesi bedenime şok etkisi yaparken, belimde hissettiğim eli ile yay gibi gerilmiştim.
"sende ıslanmışsın ve sende hasta olabilirsin. Saçlarından hala sular damlıyor zambak kokusunu her damlada alabiliyorum."
O konuşsun dünya dursun istiyordum. Nefesi saçlarımın arasından sıcak sıcak boynuma vuruyor, bedenim de hissettiğim yabancı bir duygu ve arzu içimde volkanlar patlatıyordu. Karıncalar damarlarımda dolaşıyor lavları tüm vücuduma yayıyorlardı. Zifiri karanlık gecenin gözlerinde isim bulduğu ve o karanlığa gönüllü mahkum olduğum günden beri zindanlarındaydım kuzgunî gözlerinin. Şimdi esiri olduğum o gözlerde ilk kez aksimi görüyordum, ilk kez kendimi bu kadar güzel ve o karanlıkta özel hissediyordum.
Ne ara geldiğini bilmediğim elleri az önce nefesiyle yaktığı şimdi ise parmaklarıyla okşadığı boynumdaydı. Kendine bir yol ararcasına dokunduğu boynumdan dudaklarıma gelen barmak uçları bir uçtan bir uca yakıp kavurdu titreyen dudaklarımı.
"Üşüyorsun, baksana bedenin rüzgara kapılmış yaprak gibi titriyor" nasıl derdim ki bu beden soğuktan değil ateşten titriyor. Nasıl anlatırdım ki bu zavallıya uzaktan bile senin aşkın doyasıya su iken, şimdi bu kadar yakındayken ummanî derya oldun.
"been yani bennn....."
"şşşş" deyip parmağıyla durağıma bastırdı ve " sen zambak hikayesini biliyor musun? Herkes tanrıça Heranın sütünden akan damlaların, yeryüzüne düşen damlaları diye bilir ama ben başka bir hikaye olarak biliyorum. Birbirini deli gibi seven iki meleğin hikayesi bu, aralarına giren iblis erkek meleği ölümün eşiğine getirince kız iblise yalvardı öldürme onu diye. İblis kızın kendini bu kadar çok istemeyeceğini ve ne yaparsa yapsın sevmeyeceğini biliyordu. Ama mutlu olmalarını da kaldıramıyordu. Kıza bir şartla onu öldürmem dedi, eğer onu seviyorsan melek olmaktan vazgeçecek ve cennetten çıkıp dünyada yaşayacaksın. Kız kabul edip dünyaya gelir ama aşkı ve hasreti o kadar büyüktür ki dünyada gezdiği her yerde ardında göz yaşı bırakır. O göz yaşları aşk , fedakarlık, hasret ve özlemle aktığı için zambak çiçeği yeşerip büyür. Şimdi anladın mı sana neden zambak kokulum diyorum.
Çünkü sen benim için saf bir meleğin gözyaşından akan aşk gibisin........."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZEHRA*TAMAMLANDI*
Historical FictionHem öksüz hem yetim bir kızın kör gözlerde aradığı umutsuz aşkın hikâyesi.