ButterflyMelisa arkadaşıma yorumları için teşekkür eder ve aramıza hoşgeldin diyorum. Bu bölüm senin için gelsin..:)
Bazı insanların kaderine yazılmıştır keder, kaybetme, mutsuzluk ve acı. Ruhunda bir doğum lekesi gibi kalıcıdır silinmez. Bu insanlar için umut, kurumuş bir göle olta atıp beklemektir. Kaybetmek onlar için ekmek gibi su gibidir, yaşanması en normal şeydir belkide. Her gidenin ardında bıraktığı bir kalan vardır her zaman. Ne giden, ardında kalanın gözündeki yaşı ve içindeki boşluğu görür, ne kalan gidenin ruhundaki yarayı. Ayrılık ikisi için de yaşanan birer yıkım olur ama bundan ikisinin de haberi olmaz.
Daha dün gece verdiğim sözü saatler sonra bozup, Gulfem anamın ardından aktı göz yaşlarım yine. Bir yanım dönüp ardına son kez baksın da o melek yüzünü göreyim diyorken, diğer yanım dönerse dayanamam diyordu. İşte hayatımdaki son değerli insanda gözlerime bakmadan gidiyordu. O ki benim fırtınada ki kırık dökük gemimin, tek sığınağı ve huzurlu limanımdı. O ki merhametiyle hiç görmediğim anam, beni koruyup kollayan babam olmuştu. Böylesine benim için kutsal birini Kazım 'ın cehennem ateşlerine kurban edemezdim. Eve geldiği andan itibaren rahat edemeyen kadını, bu kez de Kazım'la sınayamazdım. Gitmesi onun için daha iyiydi, bu sabah ki Kazım 'ın konuşması bile onu korkutmuşken, bu gece eve gelince neler olur kestiremiyordum bile. Tek bir isteğim vardı, o da bir gün beni anlaması ve bana kızmamasıydı.
Bir yaprak daha düşüyordu iste, kökleri sağlam olmayan ağacımdan. Canım dediğim birini daha canım pahasına uzak tutuyordum lanetli kaderimden. At arabasının nal sesleri uzaklaştıkça, gözlerindeki damlalar çoğalıyor, kapının pervazına zar zor tutunan ellerimin gücü tükeniyordu. Tepenin ardında kaybolan arabanın ardından uzayan yola bir süre daha baktım. Sanki dilim söylemese de görünmez çığlıklarımı duyup geri dönecekti.
"elveda güzel yüzlü, melek huylu kadın, beni affet" hıçkırıklarımın arasından bağırarak söylemek istediğim bu sözler, bir fısıltı olarak geçti kalbimden, sessizce.
Bütün günüm kanepede oturmuş, Gulfem anamın girişindeki hüzne ağlamakla geçmişti. Havanın kararması ile kapıda duran at nallarının sesi beklenen cehennem zebanisinin gelişini kanıtlıyordu. Adımları eve yaklaştıkça, ellerim karnımdakini koruma içgüdüsüyle daha bir karnıma kenetleniyordu. Artık ağlamak yoktu, ağlamama değecek herkesi kaybetmiştim nasıl olsa. Dik duracaktım artık, elimde kalan son şey için güçlü olmam gerekiyordu. Bebeğim için...
Kapının açılması ile bakışlarım içeriye giren gölgeye kilitlendi. Kazım kapıda bir süre durup etrafı dinledi. Gözleri önce merdivenlere sonra mutfak bölümüne gitti ve son adres olarak salona sabitlendi. Yüzünde pis bir sırıtış ile dudakları yukarı kıvrılırken, salona doğru bir kaç adım atıp ellerini etrafı gösterir gibi yanlara açtı.
"bakıyorum da Gulfem kalfa yok,ha Zehra" dedikten sonra bir kahkaha koptu dudaklarından. " sen kendini çok mu zeki sanıyorsun ha kuş beyinli, ohh be evimde bir besleme yetmezmiş gibi bir de kocakarı dırdırı olacaktı nerdeyse" keyifli konuşmasını salondan çekip gözlerime dikti ve " senin o küçük sırrını bilip bilmemesi umrumda değildi, ben amacıma ulaştım onu bu evden gönderdim ve işin en güzel yanı da bunu sana yaptırdım" yine bir kahkaha salonu inletirken geri dönüp kapıya gitti.
Yani hepsi bir plan mıydı? Gulfem anamın gitmesi için mi yapmıştı? Yine gözlerim dolmuştu ama bu kez üzüntüden değil öfkedendi. Damarlarımda kan yerine saf bir öfke dolaşıyordu, salondan çıkıp kapının önünde duran Kazım'a gözlerimi kırpmadan bakıyordum. Kanepeden inip hesap sormak için Kazım'a doğru bir kaç adım atmıştım ki, kapının önünde gülüşme sesleriyle olduğum yerde kalakaldım. Kazım önde, içeri girerken ardında ellerini tuttuğu siyah çarşaflı bir kadın da girdi. Kadını kapıdan geçirdikten sonra kapıyı kapatan Kazım, yanındaki kadını tuttuğu elinden çekerek tek hamlede kapıya dayadı. Kadından kıkırdayan sesler gelince, Kazım elini bırakıp üzerindeki çarşafı çıkarttı.
Simsiyah saçlar her iki omuzdan dökülürken, siyah kalemle çizilmiş ela gözler ortaya çıktı. Kırmızıya boyanmış dudakları ve beyaz teni ile benim yaşlarımda çok güzel bir kadındı. Bana göre fazla açık seçik olan elbisesi ile baştan çıkaramayacağı erkek yoktu. Salonun ortasında heykel gibi kalan ben ise hâlâ olayın şokunu yaşıyordum. Beni yeni fark eden kadın, tepeden tırnağa önce bir süzdü ve yüzüne sen benim dengim olamazsın bakışını yerleştirdi. Kadının gözlerini takip ederek bakışlarını bana çeviren Kazım, sanki varlığımı yeni anlamış gibi kaşlarını kaldırdı.
" aaa Zehra neden orada dikiliyorsun gelip yeni karıma hoşgeldin desene" dedi. Sesinde ki alay ve küçümseyişi anlamamak için salak olmak lazımdı.
Ama dur bir dakika yeni karım mı dedi o?
Ne yani bu kadın artık bu evde mi kalacaktı. Bunun için mi Gulfem anamın gitmesini istemişti? İçimdeki öfke o kadar bariz bir şekilde büyümüştü ki hayatımda belkide ilk kez birini öldürmek, hatta delik deşik etmek istiyordum. Gözlerim kararıyordu o kadar sinirlenmiş bir haldeydim ki onların yanına nasıl geldiğimi, Kadının o gece karası saçlarına ellerimi nasıl dolamadığımı hiç hatırlamıyorum. Kazım beni kadından ayırmak için çabalıyor, kadın ise çığlık çığlığa bağırıyordu. Sonunda arkamdan çekilen saçımla dengemi kaybetmiş, bunu fırsat bilen Kazım'ın beni yere savurması ile de kadından ayrılmış oldum. Kazım üzerime gelmeye başladığı sırada, arkasından kollarını beline dolayan kadınla durdu.
"deli bu kadın vallahi deli, kocacığım ben bu deliyle aynı evde duramam korkarım"
Kadın o kadar ince ve itici konuşuyordu ki tekrar ayağa kalkıp bu kez sesi gibi yapmacık olan suratını dağıtmak istedim. Kazım kadına dönüp dağılan saçlarını elleriyle düzeltirken "merak etme çiçeğim bir halt edemez sana" deyip hâlâ yerde duran bana dönerek kaşlarını çattı ve "eğer ederse başına ne geleceğini bilir o" dedi. Sesindeki tehtit ve uyarı gözlerine kadar ulaşmıştı.
"kalk şimdi bize bir çilingir sofrası hazırla, bu gece sabahlara kadar evliliğimizi kutlayacağız" kadının bütün vücudu Kazım 'ın sözleri ile dile gelmişti sanki, kıvrılıp sallanıyor ve hareketleriyle günaha davetiye çıkarıyordu. Kazım kolunu kadının boynuna atıp salona yönlendirirken göz ucuyla hâlâ yerde duran bana baktı ve başıyla mutfağı işaret etti.
Salondan gelen gülüşme seslerine, açılan teypten gelen müzik sesleri eklenmişti. Evde ne bulduysam tepsiye yerleştirdikten sonra salona yöneldim. Gördüğüm manzara ile bir süre ne yapacağımı bilemez halde olduğum yerde kalakaldım. Kazım kanepede oturmuş, kadın açtığı bacaklarını onun iki yanına yerleştirmiş ve dudakları kıtlıktan çıkmış gibi birbirini yiyordu. Bunlar nasıl insanlardı böyle, utanmasalar ortalık yerde...... tövbe tövbe diyerek içimden gelen sesi susturdum ve hızla salona girdim. Kazım yarı kapalı, soğuk ve donuk bakışlarını üzerimden çekmiyordu. Bir tabure bulmak için boşta duran kanepeye sert bir şekilde bıraktığım tepsiden tok bir ses çınladı salonda. Şimdi üzerimde kadının bakışlarınıda rahatlıkla hissediyordum. Salonun en köşesinden getirdiğim tabureyi,onların yanına bırakıp, tepsiyi de üzerine koydum. İkisinin de bakışlarını hissediyor ama onlara bakmıyordum. Arkamı dönüp salondan çıkarken aklımda tek bişey vardı. Bir an önce uyumak ve yaşadığım bu uğursuz günü ardımda bırakmaktı. Salondan çıktığım anda aklıma gelen gerçekle donup kalmıştım yine , bu eve geldiğim günden beri, ben hep salonda kanepede yatıyordum. Salona göz ucuyla bir bakış attım ve bugün orada yatamayacağım gördüğüm manzarayla da kanıtlanmıştı.
Hayatımda bir işveli,cilveli bir kuma eksikti. Mutfağa geçip sandelyenin üzerinde bu berbat günü, berbat bir şekilde uyuyarak son verdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZEHRA*TAMAMLANDI*
Historical FictionHem öksüz hem yetim bir kızın kör gözlerde aradığı umutsuz aşkın hikâyesi.