*20*

11.7K 430 2
                                    


Arkadaşlar özelden bana atılan bir soruya cevabı buradan vermek istiyorum. Ben bölümleri çok sık atıyormuşum, nedenini merak edenler için söyleyeyim. Şu an için bile hazırda elimde taslak olarak bekleyen üç bölüm var. Ben arayı çok uzatmak istemiyorum, çünkü Zehra'yı anlamanız için ondaki duygu yoğunluğunu kesintisiz okumanız lazım. Neyse bu bölüm hepinize gelsin...





Ölüm kadar soğuk olurmuş ayrılıklar. Her mevsim kar ağlarmış gökyüzü. Ölmeden girdiğin mezar da lapa lapa yağarmış üzerine insanın. Dışı üşümez ama içi buz kesermiş sevdiğini ardında bırakanın. Bütün suç gidende mi ki tüm acıyı o çeker, herşeyi ardında bıraktığı için mi bomboş kalır. Ben kendimi öyle boş, öyle ruhsuz hissediyordum şimdi. İçimin sevincini, heyecanını, sonbaharını, yağmurlarımı, zambak kokusunu her şeyi ama her şeyi orada bırakmıştım. Daha düne kadar yangınlar içimi kor alevlere teslim etmişken, bugün donmuş bir buz kütlesi gibiydim.

Sonradan isminin Hüseyin olduğunu öğrendiğim Kazım'ın dayısı ve bana "ailem" diye tanıştırdığı karısı Seher yarın geliriz diyerek gitmişlerdi. Sözde hayırlı olsun için geleceklermiş bu evliliğin neresinde hayır varsa artık. Onlar gidince kapının önüne yarısı dolu su sedirini koyup, en azından biraz da olsa kendimi güvene almıştım. Salondaki kanepeye oturup pencereden gün batımını izlemeye başladım. Işığı dahi açmadan karşıdaki tek manzara olan dağların ardında kaybolan güneşe baktım. Demekki Kazım buraya benden başka  bir kızcağız daha getirmişti. Acaba onunda benim gibi başka çaresi olmadığı için mi gelmişti. Yoksa bu adamla ne işi olurdu ki?

Merdivenlerden gelen ayak sesleriyle, Kazım'ın uyandığını anlamıştım. Korkuluklardan tutunarak ağır ağır aşağıya iniyordu. Yardım etmek için ayağa kalkıp yanına gittiğimde, başına sardığım bezin elinde olduğunu gördüm. İçeri karanlık olduğundan ilk önce fark edemediğim deli bakışlarını, yanına geldiğim de anlamıştım.

"sen öldün kızım, bittin sen, nasıl o sandığa dokunursun ha söyle, nasıl anamın yemenisini yırtarsın lan sen "

"ben...ben bilmiyordum...sen çok kötüye" dememe kalmadan yüzümde patlayan bir tokatla gözlerinden ışıklar çıkmıştı. Daha ne olduğunu anlamadan saçlarıma dolanan ekler beni yerde sürüklemeye başladı. Salonun ortasına beni fırlatan adam ard arda attığı tekmeler ve küfürler arasında söylediği sözler zar zor anlaşılıyordu. Yüzüme gelen bir tekmeyle ağzıma dolan kanın kokusu kendimden geçmeme sebep olurken, son hatırladığım kan içindeki yüzüme vuran pis nefesiydi.

"yırttığın o yemeniden daha beter bir hayat seni bekliyor Zehra "  son hatırladığım bu sözleri oldu. Sert bir şekilde yere vurduğu kafamla beraber herşey karanlığa boğuldu.

"Zehra, uyan kızım bak geldik işte aç gözlerini" duyduğum bu ses o kadar ince ve güzeldi ki, sesi kadar sesin sahibini de görebilmek için açtım gözlerimi. Karşımda simsiyah, uzun ve ışıl ışıl parlayan saçlara sahip, iri ve bal köpüğü gözleri  beyaz tenine çok yakışmış olan genç bir kadın vardı. Başımı kucağına almış saçlarımı okşuyor, bana baktıkça ışıldayan gözlerini bir saniye üzerimden çekmiyordu. Hafifçe doğrultuğum başımı, biraz daha geriye atarak yüzüne daha dikkatli baktığım kadın bu kez gülümseyerek karşılık verdi bana. Daha önce hiç görmediğim ama yıllardır tanıdığım biriydi sanki. "Anne" dedim yavaşça ve sessizce, sanki biri duysa kaybolacaktı.  " benim güzel kızım, yanındayım,korkma sakın" dedi. "Korkuyorum ama anne " dedim. "Sen ve babam gittikten sonra ben hep korkuyorum" dedim. Beyaz bir sis bulutu etrafı sarmaya başladığında annemin son sözleri yankılandı.

"biz hep yanındayız, korkma kızım"

Gözlerimi açtığımda Salonun ortasında, kurumuş kan lekeleri içindeydim. Her yer hâlâ karanlık olduğundan, zar zor açtığım gözümü boş odada gezdirdim. Kırık kapı rüzgarla çarpmaya başladığından, yerimden doğrulmaya çalışarak kapıyı kapatmak istedim ama olmuyordu. Bütün vücudum ağırlaşmış ve güçten düşmüştü.  Yattığım yerden elimden gelen tek şeyi yaptım yine, içimde ki zehiri acıyı akıtmak için göz yaşlarını serbest bıraktım. Bir yandan rüya mı yoksa kafamda kurduğum bir hayal mi olduğunu bilmediğim annemi düşünüyor, bir yandan hâlâ korktuğum için kendimden utanıyordum. Bu kadar güçsüz, acınası biri olduğum için utanıyordum kendimden. Ne annem kadar cesur, ne de babam kadar fedakâr olmadığım için, koskoca bir hiçtim ben.

Sabahın ışıkları evin salonuna vurmaya başladığın da yerimden dogrulup, olduğum yere oturdum. Ağzımda geceden kalma kan tadı, miğdem de yine kasılmalara sebep oluyordu. Darmadağınık olmuş salona boş gözlerle öylece baktım. Kapıda fark ettiğim bir hareketlenme birden donuk bedenimi de harekete geçirmişti. Biri yada bişey açık olan kapıdan bir görünüp bir kayboluyordu. Ellerimi yere vererek destek aldım ve duvar kenarından ağır ağır kapıya yaklaştım. Küçük bir kafa göründü önce, sonra da ilk fark ettiğim boncuk mavisi küçük gözler oldu. Bende minik bir tebessüme dönüşen korkum, onda büyük bir çığlığa dönüşmüş, çocuk beni görünce korkup bağırarak koşmaya başlamıştı. Tabi ya neden korkmasın ki, yüzü gözü  kurumuş kanlar ile kaplı birini bende birden karşımda görsem korkardım. Kan deyince yine miğdem kendini olanca hızıyla belli etmişti. Kendimi az önce koşarak giden çocuğun olduğu yere zor attım ve zaten boş olan karnımda  ne varsa dışarı bıraktım. Kapının sol tarafında bulunan kuyuya gidip bir kova su çektim. Toprağa akan kanın görüntüsü, ürkütücü bir görüntü seriyordu gözlerime.

"hey sen bana bak kadın, utanmıyor musun sen küçücük bir çocuğu korkutmaya"

Arkamı döndüğüm de az önceki çocuk ve  onun elinden tutmuş, orta yaşlarda bir kadın gördüm. Kadın beni görünce sinirli yüzü birden değişmiş, sonrada oğluna dönüp "Arif sen hadi git de arkadaşlarınla oyna oğlum" diyerek çocuğu uzaklaştırmıştı. Artık yüzüm nasıl bir haldeydi bilmem ama kadının hareketlerinden anladığım kadarıyla çok kötüydü. Kadın bir kaç adım atıp yanıma geldi, önce yüzüme acıyan gözlerle baktı sonra elimdeki kovayı alıp yüzümü yıkamaya yardım etti. Hiç konuşmadı, ben de konuşmadım zaten söylenecek ne vardı ki?.

Yüzümü yıkadıktan sonra kalan suyu yerdeki kan lekelerinin üzerine döküp dogruldum.

"teşekkür ederim bu arada ben Zehra, oğlunu korkutmak değildi niyetim kusura bakma".  dedim. Kadın biraz da mahcup bir sesle "Asıl sen kusura bakma bacım, çocuk öyle korkmuş gelince ben anlamadan dinlemeden yani neyse anladın sen işte, benim adım Ayşe yan komşunuzum" dedi.

Ayşe tıpkı oğlu gibi mavi gözlere sahip güzel bir kadındı. Kırk yaşlarda ya vardı ya yoktu, belkide erken çökmüştü, köy kadınının yükü çok ağır olur çünkü. Hayat genç yaşta bitirir onları.  Her neyse Ayşe'ye ne kadar ısrar etsem de içeri girmedi. Bu köy ahalisinin Kazım dan hoşlanmadığı çok belliydi. Ayşe neye ihtiyacın olursa arka pencere den seslenirsin bana diye giderken çok tembih etmişti, ben de onu kırmamak için tamam demiştim.

Aradan iki gün geçmişti, Kazım iki gündür eve gelmemişti. Kendi imkanlarımla kapıyı idare edebilecek şekilde onarmıştım.  Üst kattaki kırık pencereyi de sıkıca bağlamış ve odanın kapısınıda kilitlemiştim. Ayşe ve oğlu Arif bu iki günde beni yanlız bırakmamış, Kazım'ın da yokluğunda bol bol sohbet etmiştik.

Tahmin ettiğim gibi bu köyde ne Kazım'ı ne de onun babasını kimse sevmezmiş. Kazım küçük yaşındayken annesi vefat etmiş, babası hiç vakit kaybetmeden evlenmiş. Kazım üvey annesinden çok eziyet görünce dayısı almış yanına. Biraz büyüyünce de genelde bu evde kalıyormuş. Ana baba olmayınca da nerede it kopuk varsa arkadaş olmuş. Dayısı hariç köyde hiç kimse onunla konuşmaz ve yaklaşmaz olmuş, o da her gün içip kavga çıkaran bir ayyaş olup çıkmış. Öğrendiklerim artık Kazım'a kızmama engel olmuştu. Oda ailesini benim gibi kaybetmiş kötü bir çocukluk geçirmişti, kaderin bir bildiği vardı belki de bizi bir araya getirmişti. Sonra aklıma annemin yemenisi gelmişti, kaybolduğun da neler hissetmiştim, şimdi Kazım da ne hissetti anlıyordum. O oda ve o sandıkta ona annesinden kalan tek şeydi, bunun için bu kadar kızmıştı. O gün tuhaf bir şekilde kendimi Kazım'a daha yakın hissetmeye başlamıştım.

Acaba erken mi karar vermiştim?....

ZEHRA*TAMAMLANDI*Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin