Arkadaşlar bir bölüm daha yayınlayacağım, bu bölümde ZEHRA kitabının kurgu olmadan yalın haliyle gerçek hikayesini vereceğim. Şimdiden hepinize teşekkür ederim......."baba, insan bir şeyi çok isterse gerçek olur mu?"
"ne kadar çok istediğine bağlı kızım"
"çok,çok çok istiyorsa eğer"
"eğer o kadar çok istiyorsa olur. Allah senin gibi küçük ve kalbi temiz meleklerin istediğini verir"
"yaşasın, annemi göreceğim, baba ben o zaman annemi görebileceğim, ona sıkıca sarılıp kokusunu içime çekeceğim"
"anneni görmeyi o kadar çok mu istiyorsun kızım?"
"evet, baba çok istiyorum. Ama bazenleri de korkuyorum, ya benim onu özlediğim kadar o beni özlemiyorsa, ya benim kadar oda beni sevmiyorsa?"
" Zehra'm annen seni çok severdi, hem şöyle düşün her zaman, eğer senin kalbin hâlâ onu özlüyor ve seviyorsa, onunda kalbi seni en az senin kadar özler ve sever. Çünkü insanın kalbini ruhu yönetir ve ruhlar iki kalpten biri unutamadığı sürece digerine de unutturmaz"
(**********)
Elimde annemin yemenisi, bir zamanlar Poyraz beyimin beklediği yerde, şimdi ben onu bekliyordum. Solmuş, rengi gitmiş ve yıpranmıştı, avuçlarımda ki yemeni de, ama yine de annem gibi kokuyordu. Dalları kurumuş, ağacın dibinde oturmuş, geçmiş ve geleceğim arasında ki o ince çizgide gidip geliyordum. Karşı kulübenin kapısında durmuş endişeli gözlerle beni izleyen avcıya baktım. Biraz evvel yaşananların şoku vardı hâlâ üzerinde, anlayamamış ve ona durumu anlatacak kimseyi de bulamamıştı. Zavallı adam da izlemekle yetinmişti. İşin aslı ben bile ne olduğunu anlamamıştım.
Arkamdan bağıran, adının Ahmet reis olduğunu öğrendiğim adam, sakat bacağını sektire sektire yanıma gelmişti. Olduğu yerden kımıldayamayan, bedenimin önüne geçip, biraz önce duyduğum ama gercekliğinden emin olamadığım sözleri tekrar etti.
"sen o kızsın, Zehra'sın, Poyraz'ın zambak kokulu kızı sensin. Allahım sen ne büyüksün" dedi. Koşarak yanına gelen arkadaşına bakarak yaşlı gözlerinden akan yaşları sildi.
"Sami bu o, aylardır Poyraz'ın aradığı, hasretinden, özleminden yandığı kız bu, Zehra bu."
Bir insan hem ağlayıp hem gülebilir mi? Oluyormuş, yaşlı adam hem ağlıyor hemde sevinçten gülüyordu. Poyraz'ın adını duyan yüreğim kuş gibi çırpınıyor, kafesine sığmıyordu. Acıların harman olduğu bedenim ne ağlaya ne gülebiliyordu.
"Durun, hiç bir yere gitmeyin,burada bekleyin beni. Hemen geleceğim, hemencecik, sakın gitmeyin Poyraz'ı getireceğim."
Yaşlı adam vücudunun el verdiğince hızlı adımlarla ormana doğru koşturdu. Avcı ne olduğunu anlamak için bakışlarını üzerimde gezdirse de nafileydi. Konuşmayacağımı anlayınca, beni yanlız bırakıp kulübeye döndü. Uçsuz bucaksız vadiye doğru dönüp dizlerimin üzerine çöktüm. Buradaydım ışte, aylar sonra çekilen o kadar acıdan, kaybedilen onca zamandan sonra başladığım yerdeydim. Ama yarım, ama eksik, ama çaresiz bir halde. Gök yüzü çakan şimşeğin etkisiyle aydınlanırken, Poyraz beyin konağa geldiği gün canlandı gözümde. Hayatımın her dönüm noktası, bir şimşek ve ardından yağan yağmurla gelmişti. Onu ilk gördüğüm gün, ona ilk kez yakın olduğum gün, onun kadını olduğum gün ve şimdi de sevgimin karşılıksız olmadığını öğrendiğim gün.
Hâlâ inanamıyordum, eğer bu bir rüyaysa hiç bitmesin, yorgun bedenim bu rüyadan uyanmasın istiyordum. Yağan yağmura inat kaldırdım başımı gök yüzüne, içimden, "bu kez Allahım, yalvarırım bu kez kabul et dileğimi, ver artık benim de sevdiklerimi, yetmedi mi bu kadar acı bu kadar hasret" diye dua ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZEHRA*TAMAMLANDI*
Historical FictionHem öksüz hem yetim bir kızın kör gözlerde aradığı umutsuz aşkın hikâyesi.