*21*

11K 430 8
                                    

Sonbaharın yaprak dökümü gibi, hayatımdaki insanlarda ağaçtan düşen yaprak misali rüzgara kapılıp gitmişti. Ben kuru dallar ve çelimsiz köklerle kışın soğuğunda bir başıma kalmıştım. Eskiden çok sevdiğim yağmur, artık beni yalnızlığa mahkûm eden bir gardiyan gibiydi.  Ne damlaları, bana ölümsüz aşkımın özlemini veriyor, ne de yağmur sonrası toprak kokusu annem gibi kokuyordu. Günlerim boş ve anlamsız işlerle vakit öldürmeyle geçiyordu. O günden beri Kazım eve gelmemişti. Arada bir yanıma gelen Arif hariç yüzümü güldüren bir şey yoktu hayatımda.

Yukarıda uyumaya korktuğum için salondaki kanepede uyuyordum. Odunluktan bulduğum büyük ve kalın bir kütükle yatıyordum. Bir gece kapının zorlanma sesiyle uyanınca korkudan elim yanımdaki kütüğe gitti. Biri kapının kilidini açmaya çalışıyordu, arada horlama benzeri acayip sesler geliyordu. Kapının yanına doğru uykulu adımlarla gidip kapının arkasından dinlemeye başladım. Bir yandan korkuyor, bir yandan da kütüğü her an kullanmak için hazır bekliyordum.

"Zehra , aç kapıyı Zehra sende mi gittin lan açsana kapıyı" ses Kazım' ın sesiydi ama yine de biraz daha bekledim çünkü yanında yine o ayyaş arkadaşları olmasından çok korkuyordum. Bir süre sonra kapının önünde bir patırtı oldu ve acı dolu bir inleme sesi geldi. Elimdeki kütüğü kenara bırakarak kapıyı açtım, yerde boylu boyunca yatan Kazım başını biraz kaldırıp bana baktı.

"demek gitmedin ha ! Hâlâ buradasın" diyerek ağzında birşeyler gevelerken, eğilip kolundan tuttum. Yine leş gibi içki kokuyordu ve üstü başı parçalanmış hatta dudağının yanında da kan vardı. Kavga etmiş gibiydi, kolundan tutup  içeriye kadar taşıdım ve az önce kalktığım kanepeye yatırdım . Gözlerini  zar zor açıp bana bir süre baktıktan sonra "affet beni sana yaptığım kötülük için affet, hep o kahrolası para için yaptım affet" sesi konuşmanın sonlarına doğru iyice gitmiş, hatta son sözlerini duymamıştım bile sızıp kalmıştı.

Ertesi gün sabaha kadar uyuyamamış, Kazım'ın arada bir küfür etmesini yada pişman olduğunu söylerken ağlamasını izlemiştim. Sabah olunca mutfağa gidip çay hazırladım, mutfakta ne varsa bir tepsiye koyup salona döndüğümde Kazım başını tutarak yataktan yeni kalkıyordu. Beni görünce önce sanki kim olduğumu bile bilmiyor gibi yüzüme baktı, sonra da bakışları şaşkın bir hal aldı. Ben sofrayı serip tepsiyi hazırlayana kadar hiç bişey söylemeden her hareketimi izledi.

"yemek hazır, bunları ye de sonra bir hap içersin baş ağrına iyi gelir" dedim. Hiç cevap vermeden yataktan kalkıp sofraya oturdu. Kazım oturunca ben kalktım ve mutfağa yöneldim.

"nereye gidiyorsun?sen yemeyecek misin? deyince bir süre durup geri döndüm. Yemeği yiyene kadar ne o nede ben hiç konuşmamış, sadece çay bardaklarının sesi içeriyi doldurmuştu. Kazım sofradan doğrulup biraz geriye yaslandı, bakışlarını evin her köşesinde gezdirip sonunda bana diktiğinde içimde bir ürperti oldu. Yüzünün ifadesi donuk ve hissizdi, ne düşündüğünü anlamak mümkün değildi. Kızmışmıydı acaba? derken.

"Rahmetli anamın zamanından beri ilk kez bir eve benzetmiş burası, geçen gün için kusura bakma o yemeni anamındı" dedi. İlk defa ona karşı içimde bir merhamet hissediyordum. Buna sinsi olmayan bakışları da sebep olabilirdi. İlk kez bana bir sapık gibi değil de bir suçlu gibi bakıyordu.

"ben bilmiyordum, seni kanlar içinde görünce "

"neyse kapatalım bu konuyu, ben bugün şehre ineceğim, nikah için haber yollamış Sadık kahya onunla uğraşacağım. Gelirken de eve ne lazımsa alayım istediğin birşey var mı"

"yok , istediğim birşey yok Saol"

"o zaman git kafa kağıdını getir bana o da lazım olacakmış" dedi. Başımla onayladıktan sonra kalkıp üst kata çıktım. Benimle gelen küçük bohçamı açıp kafa kağıdını çıkarttım. Bohçamın içindeki eşyalarıma baktım, Kazım kızmakta haklıydı diye düşündüm. Bana yaptığı doğru değildi ama kızmakta haklıydı. Bende olsam ailemden kalan bir eşyanın yırtılmasına kızardım. Belki de Kazım o kadar da kötü biri değildi, hatta bir çok ortak yönümüz de vardı. Benim şansım annem öldüğünde, beni seven bir babam vardı. Babam öldüğünde ise Gulfem anam yanımdaydı. Ama Kazım hep yanlız kalmıştı ve sonunda arkadaşı zannettiği o ayyaşlar etrafını sarmıştı.

"geç kalacağız hadi bulamadın mı?

Kazım'ın sesiyle harekete geçerek bohçamı topladım ve koşarak aşağıya indim. Merdivenin sonunda duran Kazım, sanki  bütün dikkatiyle beni izliyordu bugün. Kafa kağıdını ona uzattığım da alıp içini açtı bir süre inceledikten sonra bana bakarak tam bişey söylemek istemişti ki kapı çaldı.

Ya bugün Kazım da tuhaf bir hal vardı, ya da ben artık ona başka bir gözle baktığım için  bana öyle geliyordu. Çünkü belki de ilk kez bugün ona bir asalak, bir sapık ve sarhoş gibi değil de ailesini kaybetmiş bir öksüz gibi görüyordum. Kazım kapıyı açtığında dayısı Hüseyin ve yanında karısı Seher vardı.

"nerde kaldın ve oğlum, donduk kapıda, eee sen hâlâ hazır da değilsin"

"hoşgeldin dayı, sen de hoşgeldin yenge, içeri gelin" dedi Kazım. Dayısı kalın kaşlarını şaşkınlıkla kaldırarak Kazım'a tapeden tırnağa bir baktı.

"valla ne yalan söyleyeyim ilk kez hoşbuldum seni evlât, üstünü başını saymazsak, en azından sarhoş değilsin eee  bu da bişey"  dedikten sonra bana dönerek "sen nasılsın gelin" dedi.

"iyiyim sağolun, içeri buyurun sıcak çayımız var hem içiniz ısınır" deyince adam bir bana bir Kazım'a bakarak gülümsedi. Aklından neler geçtiğini anlamadım ama bu durum hoşuna gitmiş gibiydi.

"yok gelin saol biz hemen yola çıkalım, yoksa akşamdan önce gelemeyiz, Seher bugün seninle kalacak birbirinize yarenlik edersiniz" dedi.

"hadi dayı biz çıkalım"dedi Kazım, dayısı eliyle dur diyerek. "bu halde mi gideceksin"diye sorunca  bu kez sözü ben aldım.

"yukarıda dolapta temiz kıyafetlerin var istersen "dedim. Neden bilmem Kazım yine yüzüme bu sabahtan beri yaptığı gibi şaşkınlıkla baktı. Yavaşça başıyla onaylayip yukarı çıktı. Ben de Seher'i içeri davet ettim ve salondaki kanepeye geçtik beraber. Bir süre sonra Kazım üstünü giyinip indi ve dayısı ile beraber çıktılar. Ben sobayı yakıp çayı ocağa alırken Seher de çocuğu uyutmaya çalışıyordu.

Çayları getirdiğinde Seher de üzerindeki iç karartıcı çarşafı çıkarmış, çocuğu da uyutmuştu. Kadın çok güzeldi, en çok merak ettiğim ise yaşlı bir adamla nasıl evlenmişti, çünkü yaşı henüz onsekizdi. Nereden baksan kocasıyla arasında kırk yaş fark vardı. Ama insanların özeli beni ilgilendirmez diye bişey diyemedim. Bir süre oradan buradan sohbet ettikten sonra ben sormadan kendisi anlattı zaten nasıl evlendiğini. Seher'in kendisinden büyük dört abisi varmış, köyde yaşanan bir olayda abisinin biri kavga ettiği adamı bıçaklamış ve adam orada can vermiş. Abisi hapse girince de bu olay kan davasına kadar uzamış, köyün ileri gelenleri kan parası verilerek olay kapansın demişler. Seher'in ailesinin kan parası vermesi de imkansız olunca Seher'i başlık parası karşılığında Hüseyin dayıya vermişler. Adamın bir karısı daha varmış ama oğlu olsun istediğinden, bir daha evlenmiş. Seher anlatırken içim burkuldu. Gencecik bir hayat daha başkaları için feda edilmişti. Üzüntü mü yoksa  yediğim bişey mi bilmem birden yine miğdem bulanmaya başlamıştı. Seher'in yanından kalkıp kendimi arka pencere camına zor attım. Ve yine tüm yediklerimi çıkardım. Kendimi yine çok halsiz ve bitkin hissetmeye başlamıştım. Endişeli gözlerle beni izleyen Seher de bir bardağa doldurduğu suyu bana getirdi.

"kusura bakma, Seher sana da ayıp oldu. Sanırım soğuk aldım bir haftadır böyleyim" dedim.  Seher şüpheci gözlerle beni inceledikten sonra biraz da çekinerek konuşmaya başladığında, bana yaşattığı yıkıcı depremden habersizdi.

"Zehra bu yoksa şey olmasın, yani ben yeni evlendiniz biliyorum ama duyduğuma göre siz Kazım'la zaten önceden de birlikteymişsiniz. Yani .. yani şey işte anlasana hamile olmayasın kız?.........

ZEHRA*TAMAMLANDI*Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin