Selam arkadaşlar bu bölümü öncelikle simarrrr arkadaşımıza hoşgeldin aramıza diyerek başlatıyorum. Bazı soru işaretlerinin cevap bulacağı bu bölüm de keyifli okumalar dileğiyle. Ne düşündüğünüzü bilmek isterim ama bölüm hakkındaki düşüncelerini herkes bir kaç cümleyle özetleyebilir mi?.........
Sonbahar yerini kasvetli kış mevsimine bırakmıştı. Günler ayları kovalarken benim hayatıma çöken kasvet bitmek bilmiyordu. İçtiğim su zehir, aldığım lokma haram olmuştu. Kazım'ın değişken ruh hali gün geçtikçe daha da gaddar ve acımasız oluyordu. Belki oda biliyordu, ne gidecek bir yerim ne de sığınacak kimsem vardı. Söylediği her kötü sözün sonunda sevgiline git istersen diyerek hem beni eziyor hem kendi öfkesini körüklüyordü. Bazen o kadar içiyor ve sarhoş oluyordu ki beni odadan kovup annesinin odasına giriyor ve saatlerce onunla konuşup ağlıyor, sonra da sızıp kalıyordu.
Dayısı da artık Kazım dan geri kalmamıştı, beni her gördüğünde öfkesi artıyor, ne söylesem tersliyordu. Artık Seher'i de göremiyordum, hiç gelmiyordu. Arada bazen Ayşe ayak üstü uğruyor, ama Kazım dan korktuğu için çok yakın davranamıyordu. Hayatım cehennem azabı gibi her gün aynı rutin aşağılama, küfür ve bazen de dayakla geçiyordu. Yaşadığım hayal kırıklığı ve eziyetlerin suçlusunu aramaktan da vazgeçmiştim artık çünkü her şey benim yüzümden olmuştu. Anneler melektir derler ya işte ben bir meleğin ölümüne sebep olmuştum. Aşk, sevgi kutsal birer hediyedir derler ama ben o kutsallığı kirletmiş, şehvet ve arzuyla bir kulübede nikahsız bir adama vermiştim. Zalimlere boyun eğmiş, onları itiraflarıyla kabullenmiştim, işte üst üste yaptığım günahların cezasını çekiyordum.
Aylar geçmişti, bazen pencerenin kenarına oturup yağmuru ve gök gürültüsünü izlerdim. Eroğlu çiftliği canlanırdı gözümde, çalışan yanaşmalar koştururken, Emine ana mutfakta yemek telaşında. Gulfem anam, yıkadığı çamaşırı topluyor yine yağmurda söylene söylene. Ve Poyraz beyim, yine pencere önünde, uçuşan perdenin arasında açık camdan yağmuru dinliyor. Yada belki ben öyle olmasını umuyordum. Düğün olmuştur şimdiye kadar, belki de karısı ile beraber gitmiştir. Ardında bıraktığı yaralı bir kalbi ve daha doğmamış bebeğini hiç bilmeden.
Karnım büyümüştü artık çok bariz belliydi, hamileydim. Bu durum Kazım için çekilmez bir hâldi, beni görmek bile sinirlenmesine yetiyordu. Altı aylık olan karnım, ona her baktığında ihaneti hatırlatıyor olacak ki çoğu gün eve bile gelmiyordu. Geceleri gelmediği zamanlar da bende uykusuz kalıyordum, çünkü eğer gelirde kapıyı açmazsam benim için sonu dayak oluyordu.
Kasvet ve eziyet dolu bir kış artık yerini çiçek ve güneş ışığına bıraktığı günlerde bir mucize olmuştu. Kazım yine dün gece gelmemişti ve sabaha kadar süren uykusuzluk beni bitkin bırakmıştı. Salondaki kanepede yatmış biraz dinleniyordum ki kapı çaldı. Artık kapım fazla misafire alışık olmadığı için Kazım gelmiştir diyerek kalktım. Kapıyı açmamla boynuma sarılan cennet kokulu kadını göz yaşlarıyla karşılamıştım. Bu mucize değilde neydi, kapıda kaybolan bir çocuğun annesini görünce yaşadığı sevinç dünyanın en güzel anı degil midir? Gulfem anam gelmişti, benim kimsesiz ve unutulmuş olmadığımın bir kanıtı gibi kanlı canlı duruyordu karşımda.
" Zehra'm melek huylu gül yüzlü kızım benim, dur bir koklayayım seni, ne çok özledim bir bilsen. Her gece rüyam da gördüm seni dayanamadım hasretine "
Bu nasıl bir mutluluktu ki konuşamıyor, sadece içli içli sevinç göz yaşları döküyordum. Kollarından çıktığım güzel kadına baktım bir süre, rüya olmasından korkuyordum. Ellerinin arasına aldığı yüzümü, inceledi, tam birşey söyleyecekti ki karnımı farketti. " Zehra bu....bu yoksa aman allahım sen hamilesin" diye bir çığlık attı. Hâlâ kapının önünde olduğumuzu fark edince elindeki çantayı alıp içeri davet ettim. İçeri girip rüya olmadığını anladıktan sonra tekrar boynuna atladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZEHRA*TAMAMLANDI*
Historical FictionHem öksüz hem yetim bir kızın kör gözlerde aradığı umutsuz aşkın hikâyesi.