Sakaryalj, somseri, ayeKumru8 ve selen678g arkadaşlarıma hoşgeldiniz diyorum ve güzel yorumları için teşekkür ediyorum......
Not: final bölümüyle, salı günü geliyorum arkadaşlar.......
Bir dervişe sormuşlar, cihan_ı aşk mı? yoksa evlât mı daha değerlidir. Derviş demiş, cihan_ı aşk, yüreğin bir parçasıdır. Sökülüp alınırsa, yarım kalırsın, ya deli ya divane olursun. Evlât ise canın yarısıdır. Sökülüp alınırsa, ya ölür Yada yaşayan bir et yığını olarak kalırsın.
Üzerimde pazen bir gecelik, elimde kanlı bir bıçak, yalın ayak kendimi ormanın soğuk ve karanlığına atmıştım. Kurtların, kuşların sesleri ile gecenin soğuğunda hayalet gibi gidiyordum.
Ama nereye?...
Kazım ilk kez doğru bir şey söylemişti. Poyraz beyim, belki benim gibi bir köylü kızını aramazdı ama bir bebeği bulmak için bir annenin yakarışlarına da kulak kapamazdı. Kendi oğlu olduğunu bilip bilmemesinin bir önemi yoktu artık benim için. Yeter ki oğlumu bulayım, onun süt kokusunu tekrar ciğerlerime çekeyim istiyordum. Belki bir ömür boyu karşısına çıkmam diyordum, ama evlât başka bişeymiş. Kişinin kendinden, canından, gururundan ve onurundan daha kıymetli birşey. Bir amacım vardı artık, bir umudum vardı. Poyraz beyimin yanına gidecek, eline ayağına kapanıp yardım isteyecektim. Bu kez korkuların beni yönlendirmesine izin vermeyecektim.
Ne kadar zaman o karanlık orman yolunda yürüyordum? nereye doğru gidiyordum? hiç bilmiyordum. Bedenimin dayanma gücü kalmadığını anladığım da bir ağaç dibine kendimi attım. Kanlı ellerimi kucağımda toplayıp, ayaklarımı kendime çekerek, soğuktan titreyen bedenimi ağaca yaklaştırdım. Karanlık ve soğuk beni uykunun huzurlu kollarına çağırırken, gözlerimi kapatıp uykuya daldım.
"amca emin misin? Bak in midir cin midir belli değil"
"sus be oğlum, ne ini ne cini bu kız, Allah bilir başına ne geldi de bu halde"
Kendime geldiğimde, baş ucumda duran iki adamla korkunun zirvesine çıkan beynim, hiç durmadan kaç diyordu. Adamların bana bakışları da benim onlara bakmam kadar korku doluydu. Üzerlerinde kalın kaşkollar, bellerinde bıçak ve saçma kurşun kemerleri ile omuzlarında ki tüfek avcı olduklarının kanıtıydı. Titreyen ellerim hâlâ kucağımda olduğundan, elime gelen bıçak da benim tek korumamdı galiba. Dağ başında, ormanın ortasında, elindeki bir bıçaktan başka koruması olmayan biriydim. Usulca oturduğum ağacın gövdesine sürtünerek ayağa kalkmaya çalıştım. Belli etmemek için her ne kadar da ugraşsam da soğuktan donmuş ayaklarım dik durmakta zorlanıyordu. Ayağa kalkınca üzerimdeki kanlı elbise ve elimdeki kanlı bıçak gözler önüne serilmişti. Genç olan avcı, birden omuzundaki tüfeğe davrandı, şimdi gözlerinde merak yerine korku vardı. Ama daha yaşlı olan avcı, el işareti ile yanındakini durdurdu.
"kızım ne oldu böyle sana? Kim yaptı bunu? Kimsin kimlerdensin?" Diyerek bir adım attı bana doğru. Ani bir hareketle titreyen ellerime inat bıçağı ona doğru uzattım.
"yaklaşma, yaklaşmayın bana" diye bağırdım. Genç olan " amca belli ki bu kıza bişey yapmışlar, delirmiş bu. Gidelim buradan başımıza iş açacağız yoksa. Jandarmaya bildirelim onlar halletsin"
" Cemil saçmalama oğlum, bilmez misin buraları? Jandarma işi zorlaştırır sadece ,kim olduğunu bilsek evine götürürdük"
Yaşlı adam haklıydı, buraları ve buraların adetlerini, törelerini bilen biri jandarmaya gitmezdi. Aile, namus ve kan davası meseleleri devlet kapısında ifşa edilemeyecek kadar gizlidir. Adamın aklından geçeni anlamıştım, o benim kaçırılıp tecavüz edilmiş olmamdan korkuyordu. Bunun için de namus davası olduğundan, Jandarmaya gitmek istememişti. Aslında bu benim içinde bir fırsattı, jandarmaya gidersem beni tekrar tek yakınım olan kocama yani Kazım 'a teslim edeceklerdi. Yada durumu onların anladığı şekilde düşünmelerine razı olurdum ve beni aileme götürürlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZEHRA*TAMAMLANDI*
Historical FictionHem öksüz hem yetim bir kızın kör gözlerde aradığı umutsuz aşkın hikâyesi.