Sahmelek1,Sheylaimek1 ve SirikAmazon arkadaşlarıma aramıza hoşgeldiniz diyorum. Finale yaklaştığımız son bir kaç bölüme girdiğimizi de üzülerek ekliyorum:(((Not: yeni bölüm cumartesi günü....
Eski, sıvası dökülmüş, boyası solmuş bir duvar dibindeyim. Başımı gök yüzüne çevirmiş cılız ışıklarını dünyaya veren güneşi izliyorum. Neden bilmem, hiç ısıtmıyor artık beni, sıcak değil eskisi gibi. Acaba o da dünyaya küstü mü benim gibi? Gök bile canlılığını, güzelliğini kaybetmiş. Soğuk bir grılik var, bulutlarla sarmalanmış. Karşı tepede bir ağaç var, benim gibi yanlız ve kimsesiz. Kök salmış, tepenin en üstüne, mesken tutmuş yanlızlığını bedenine. Ama bilmez mi aslında açık alanda savunmasız kaldığını? Bak ışte rüzgar, ilk fırsatta ona yöneliyor. Zalimce sallıyor dallarını, büyük küçük demeden baş eğdiriyor zulmüne. Köklerine sıkıca sarılsada ne fayda, zalim rüzgar karşısında ne hükmü var. Tek tek savuruyor yaprakları, gücünü kanıtlarcasına nasılda götürüyor uzaklara. Günlerdir azar azar tüketiyor, zavallı ağacı. Sonunda ondan alacak hiç biseyi kalmayana kadarda böyle devam edecek belli. Kuru dallarla kalıp, soğuktan donması, kayıplarının acısıyla kuruyup solana kadar.
Neden hep rüzgar kazanıyor, neden o ağaç kendi yetiştirip büyüttüğü yaprağından koparılıyor. Neden güneş, sıcağından vaz geçip, dünyayı soğuğa mahkum ediyor. Hayatın kanunu bu mu? Savunmasız olan her zaman acı çekmeye, yanlız kalmaya, itilip kakılmaya mahkûm mu oluyor? Bir bebekten daha masum ne var bu hayatta ki?
Bebek.... bebeğim...benim bebeğim....
Gözlerimi tepeden boş kalmış kollarıma indirdim. Benimde bir zamanlar kollarımda uyuyan bir bebeğim vardı. Onu da benden almışlardı. Umursamaz güneş değil, zalim rüzgar değil, acımasız soğuk değil bunlardan daha korkunç canavarlar almıştı.
İnsanlar......
Hepsinden daha korkunç, daha zalim daha acımasız insanlar almıştı. Sonuçta güneş yine ısıtacak, rüzgar bir gün duracak, ağaç tekrar yaprak verecekti. Ama benim oğlumu bana geri vermeyeceklerdi. Yine tüm vücudum titriyordu, ileri geri sallanmaya başlayan bedenim, boş kucağımda takılı kalan gözlerim ve içimde bir türlü közlenmeyen ateşimle.
"Kazım abi , Kazım abi koş yine kötü olmaya başladı" baş ucumda bir kız, korku dolu gözlerini üzerime dikmiş bağırıyordu. Bir kapı sesinin ardından koşarak gelen ayak sesleri duyuyordum.
"Zehra, kendine gel ,bana bak Zehra"
Bu sesi tanıyordum, dudaklarımdan hırlamaya benzer sesler yükseliyordu. Konuşmak istiyor, hatta bağırmak, küfürler edip onu parçalamak istiyordum, ama boş kollarımdan gözlerimi ayıramıyordum. Birden havalandığımı ve birinin kucağında ilerlediğimi anladım.
"daha da kötü olmadan içeri götüreyim, sende koş Derman nineye haber ver gelsin "
"tamam abi, hemen gidiyorum".
Uzun, ince bir odaya girdik, burayı biliyorum. Ne zaman gözlerimi açsam bu odadayım, uzun zamandır. Kazım, iki tarafı minder ve yastıklarla dizili odanın, en başına getirip yatırdı beni. Ama yatamazdım ki, yatarsam kucağımdaki oğlumu göremezdim. Her ne kadar uğraşsada beni yatıramayan Kazım da artık pes etmişti. Yani başıma oturup uzun uzun beni izlemesine alışmıştım artık. Aldırmıyordum, hatta bazı geceler benimle birlikte oda ağlıyordu. Ben "oğlum" diye ağlarken, o "kendine gel artık" diyerek ağlıyordu. Kapının sesiyle Kazım hareketlenince bende göz ucuyla gelen kişiye baktım. Bu ihtiyari da tanıyor gibiydim, ama kim olduğunu bilmiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZEHRA*TAMAMLANDI*
Historical FictionHem öksüz hem yetim bir kızın kör gözlerde aradığı umutsuz aşkın hikâyesi.