Zelihairdeli12 ve zlgTerlemez arkadaşlarıma bu bölümü hediye ediyor ve destekleri için teşekkürler diyorum. Arkadaşlar her bölümde elimden geldiğince bana destek olan kişilerin isimlerini ve teşekkürlerimi buradan duyuracağım. Güzel bir bölüm olması dileğiyle :))))
Kokusunu bilmediğim, sütünü emmediğim, sıcaklığını hissetmediğim anam. Ben nasıl hain, nasıl kıymet bilmeyen bir evlat oldum ki tek yadigarını, senden kalan son hatırayı da kaybettim anam. Sanma ki seni sevmedim, ben seni görmeden tanıdım. Sanma ki seni unuttum, ben seni rüyalarım da hayallerim de tanıyıp sevdim. Ben seni, ilk günahımı nasıl unuturum anam. Beni dünyaya getirebilmek için hayatını verdin sen ilk acım ilk günahım oldun güzel anam. Affet bu pervasız zavallı meczup kızını bağışla anam.
Göz yaşlarım bile içimde ki yangını söndürmüyordu bu gece, çare olmuyordu pişmanlığıma. Saatler sabahı getirmiyordu. Koca ninem geldi aklıma bana" sakınan göze çöp batar" derdi hep ne kadarda doğruymuş. Güneşin doğmasını istiyordum çünkü yeni bir gün, yeni umutlar demekti ve ben hazinemi bulacaktım. Ne pahasına olursa olsun.
Üç gün sonra....
Yoktu. Ne ahır da, ne evde, ne yıkanan kirlilerin içinde bulamadım. Kimseye soramıyor, derdimi anlatamıyodum. Gün geçtikçe daha çok içime kapanıyor, kendimden nefret ediyordum.
Eskiden olsa kulak asmayacağım konak dedikodularına, şimdi dikkat kesiliyordum. Belki biri çıkarda yemeniden bahseder diye. Gül konağın dedikodu kaynağıydı. Kim nereye gider, ne giyer, ne içer sabahtan akşama her fırsatta anlatırdı. Şu ana kadar tek iyi haber Poyraz beyimin iyiye giden sağlık durumuydu. Doktor kafasında bir sorun olmadığını, sadece atın kafasının Poyraz beyin burnuna çarpmasıyla baygınlık geçirdiğini söylemiş. Kanamayı kesmekle iyi yaptıklarını söylemiş birde, tabi ki bunu yapan bendim ve korkaklığım sayesinde kaybettiğim hazine de cabası olmuştu.
Bir işe yaramiyordu ne yapsamda, her gün Gül'ü dinliyor, her gün Gulfem ana ile birlikte çamaşırları yıkıyordum. Belki Gül bişey duyar da söyler, yada çamaşırların içinden çıkar diye ama üç gün olmasına rağmen yoktu. Aklıma hep en kötüsü geliyordu, odada olmadığına göre yada çamaşırların arasında , eski püskü bir bez parçası zannedip şömineye atmış olabilirlerdi. Bunu anlamanın tek bir yolu vardı artık , oda üst kata çıkıp Poyraz beyin odasını aramaktı.
Buraya ilk geldiğim günlerde bir gün büyük hanım beni yanına çağırmış ve şunları söylemişti.
" Burada herkesin bir görevi vardır, düzeni sağlamak için kendi işin dışında kimsenin ne yaptığı seni ilgilendirmez. Mutfak çalışanı mutfakta, tarla çalışanı tarlada ve konak çalışanı evin içinde olacak. Sende kendi işine bak kızım ve bu sözlerimi sana hatırlatmak zorunda bırakma beni tamam mı?"
O günden sonra ben sadece mutfakta oldum. Konağın üst katını hiç görmemiştim. Oraya sadece Gül ve Gulfem ana hariç hiç bir hizmetkar çıkmamıştır. Bu sözsüz kanunu çiğnemek belkide hayatımda yapacağım ilk çılgınlık olacaktı. Bu gece ya hazine mi bulacağım yada yakalanıp bir hırsız damgası ile buradan kovulacağım.
Aldığım bu delice karardan mi yoksa Poyraz beyin odasına gireceğimden mi bilemiyordum ama kalbim boğazımda atıyordu. Yakalanjma korkusu tüm bedenimi buz gibi soğuturken, Poyraz beyin odasına girmek düşüncesi alevin en kor halinde yakıyordu. Kararımı verdim bu gece annemin tek hatırasını ne pahasına olursa olsun bulacağım.
Akşam yemeği yenmiş büyük hanım ve Alpaslan beyin kahveleri hazırlanmıştı. Bu demek oluyor ki uyku saatine artık saatler kalmıştı. Planı kafamda yüzlerce kez tekrarlamaya başlamıştım artık.
Bulaşıkları her zamanki gibi ben yıkıyordum, bu bana sona kalma şansı veriyordu. Herkes gittikten sonra avlu kapısının kapanmaması için arasına koyacağım ince bir tahta işimi görürdü. Sonra odaya gidip yatağıma yatacaktim, Gül dedikodularını dinleyecek kimse olmadığı için erken yatacakti. Saat gece yarısını geçince konağa gidecek Poyraz beyin odasını arayacaktım. Poyraz bey hâlâ hasta olduğundan doktorun verdiği ilaçlar onu uyutuyordu zaten, bu da içimi parçalasa bile bu gece işime yaramış olacaktı.
Kahveler içilmiş, son bulaşıklarda gelmişti. Emine ana ve Sadık kahya yorgunluktan bitmiş bir halde odalarına gitmişti. Gül salonu topluyordu Gulfem anam da iyi geceler diyerek odasına gidince bende yavaş yavaş bulaşıkları yıkama işine giriştim. Gul'ün homurtular eşliğinde yaptığı temizlikte bitip odasına gidince, artık planı uygulamaya baslaya bilecektim. Bulaşığı bitirip kapıyıda hallettikten sonra odaya geldim. Gül çoktan yatağına yatmıştı, en azından dedikodu dinlemek zorunda kalmamıştım.
Yatağıma uzanıp biçare yüreğimi rahatlatmaya ve en iyi ihtimalleri düşünmeye başladım. Korku zaten uyuşmuş beynimi kemirirken, içimde kalan azıcık umudu da yok edemezdim. Koca ninemin hep dediği gibi iyi düşün ki iyi olsun. Peki ya iyi olmazsa, ya yakalanırsam, ya ben derdimi anlatamaz ve buradan kovulursam. Ne gidecek bir yerim ne de sahip çıkacak bir yakınım var. Koca Adana da nereye gider kime sığınabilirim.
Düşünceler beynimi kemiren böcekler gibi işgal etmeye başlamıştı beni. Nefes almak zorlaşmaya başlamıştı, kafamın içindeki duvarlar yıkılıyor ve molozlar üzerime yığılıyordu. Daha fazla bekleyemezdim çünkü zaman, korkularımı çoğaltıp vazgeçmemi sağlamaktan başka işe yaramıyordu.
Yatağımdan sessizce çıkıp Gül'e baktım. Derin bir uykudaydı, yavaşça ayağa kalkıp kapıya ulaştım. Odadan çıkıp avluya açılan kapıya geldim, dolunay o kadar güzeldi ki etraf gün gibi aydınlıktı. Duvar kenarından hızlıca mutfağa gittim. Kapıyı açıp önce içeriyi biraz dinleyip kimse olmadığına emin olduktan sonra içeri girdim. Ocağın yanındaki dolaptan bir mum ve çakmağı alıp salona yöneldim.
Merdivenlere gelince mumu yakıp yavaş ve dikkatli adımlarla yukarıya çıkmaya başladım. Kulaklarımda müthiş bir uğuldama vardı, tek duyabildiğim kalp atışlarımdı. Merdivenin son basamağında durup sessizliği dinledim ve Gulfem ananın bir defasında Poyraz beyin odası hakkında söylediklerini düşündüm. Büyük hanıma Poyraz beyin odasını merdivenlerin hemen sol yanındaki odaya taşıyalım demişti. Gidip gelmesi daha kolay olur diye büyük hanim da iyi akıl ettin demişti. Yani soldaki oda Poyraz beyin odası olmalıydı , kapının önüne gelince biraz durup kapıyı dinledim. Hiç ses yoktu kolu yavaşça açıp başımı içeriye uzattım. Odanın ortasında duran büyük yatakta uyuyan Poyraz beyden başkası değildi. Doğru odadaydım, içeri girdiğimde kapıyı tam olarak kapatmadan bıraktım. Dışarıdan gelebilecek herhangi bir ses olunca duyabilecektim. Odaya şöyle bir göz gezdirip, yatağın yanına doğru bir kaç adım attım. Mum ışığını güzel yüzünü görebilmek için biraz yaklaştırdım. Allahım bir insanda hiç mi bir kusur olmaz, Ben mi sadece böyle görüyorum yoksa. Düzenli aldığı nefes, kendine has kokusu bile bu kadar özel olması normal bişey mi? Zehra kendine gel kızım bu elde edemeyeceğin imkansız hayalden uzak dur, bu hayal en çok yine senin canını yakacak biliyorsun, diyordu içimdeki ses. Ama kulak sağır, kalp hercai olunca içindeki sesi kim takar.
O kadar yakındı ve o kadar gerçekti ki içim de kaynayan alev cehennemim olacaktı benim. Ben bu dünya da cehennemi yaşamaya mahkum olmuştum zaten onu ilk gördüğümde. Orada ne kadar kaldım, onu ne kadar zamandır nefessiz izledim bilmiyorum. Nefes alışlarının değiştiğini, hızlandığını anlayamadım. Yanakları kızarmış ve alnında oluşan ter damlaları ile kasları gerilmeye başlamıştı. Kâbus görüyor olmalıydı. Derin nefesler arasında dudaklarından bir isim döküldü.
"Sevda, Sevda" ......??
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZEHRA*TAMAMLANDI*
Historical FictionHem öksüz hem yetim bir kızın kör gözlerde aradığı umutsuz aşkın hikâyesi.