reecordis , hanife311 ve canpara5 arkadaşlarıma aramıza hoşgeldiniz diyorum. İyi okumalar bu bölüm de sizlere gelsin....
Karanlık ve havasız bir yerdi. O kadar karanlıktı ki gözlerim açık mı onu bile anlayamıyor ve korkuyla etrafımdaki sessizliği dinliyordum. Etrafta sadece karanlık ve havasızlık yoktu sadece ürpertici bir sessizlikte vardı. El yordamıyla kalktığım yerden yine el yordamıyla etrafta bir çıkış aradım. Aldığım her nefes ciğerlerimi yakıyor dahası nem ve kükürt kokusuna karışıyordu. Bir kaç adımda bir duvara değen ellerimi etrafı taramak için gezdirdim, gezdirdim ve gezdirdiğim her duvarın nemli taşlarından başka hiç bişey bulamadım. Bir çıkış yoktu ve artık ciğerimi yakan havaya bile razıyken onu bile zor teneffüs ediyordum. Daire olduğunu tahmin ettiğim bu yer tıpkı bir kuyunun dibiydi. Dermanı kalmayan bacaklarım artık beni taşıyamıyor, yanan gözlerim artık açılmıyordu. Olduğum yere şuursuzca uzandım ve ölümün beni almasını bekledim. Artık en azından hor görülmek, aşağılanmak yoktu. Kalbini yakan derdinin melhemi imkansız bir aşk olmayacaktı, sadece ölüm vardı. Belki rabbim bir kere bile kokusunu duymadığım anacığımın ve korunaklı kollarını özlediğim babacığımın yanına götürürdü beni kim bilir.
" Sabret dayan az kaldı " bu ses nereden geliyor. Kim konuşuyor bilmiyordum. Tek bildiğim, sesin çok güzel olduğuydu. Tekrar aynı ses yine aynı sözleri tekrarladı, bu kez hayal değildi bir melek beni çağırmıyordu, bu gerçek bir sesti. Zar zor araladığım gözlerimi yine zifiri karanlığa açtım, etrafa bakmaya sesin sahibi bulmaya çalıştım.
"Buradayım, hep yanında olacağım, benim için dayan anne"
Ses yankılar halinde dalga dalga gelmeye başladı. Anne dedi bana, anne dedi, dayan dedi, az kaldı dedi, defalarca yankı yaptı sesi duvarlara. Avuç içlerimi tozlu yere dayayarak son bir gayret ettim görmem lazımdı anne demişti onu görmeliydiniz. Neden öyle dedi bilmeliydim, gerçek mi anlamlıydım. Karanlığa son kez baktıktan sonra başımı yukarı kaldırdım , gök yüzüne vuran güneş büyüklüğünde bir ışık vardı orada. Neden daha önce görmedim ki onu artık aklım hiç bişey almıyordu. Işıkta bir gölge vardı evet oradaydı, hissediyordum konuşan oydu.
Ezan sesiyle yataktan kan ter içinde nefes nefese fırladım. Gözlerim karanlığa alışıncaya kadar odayı nefes alış verişlerim doldururken, ezanın sesi sakinlik veriyordu. Rüyaymış, hepsi sadece bir rüya. Bir an üzüldüm mü? Sevindim mi? Bilemedim rüya olduğu için. Nefes almam lazımdı, oda havasız ve sıcaktı. Gül ile paylaştığımız küçük odanın küçücük penceresinin önüne geldim ve açtım. Sert rüzgâr ve soğuk alnımda ki terlere şok etkisi yaparken bir titreme esti geçti bedenimi. Kollarımı bedenime sarıp derin nefesler çektim içime. Gözlerimi kapatınca kendimi yine o uçsuz bucaksız karanlıkta görüyordum. Gözlerimi açıp gök yüzüne çevirdim bakışlarımı, hilal ay yoktu, yerini yağmur yüklü bulutlara bırakmıştı. Yinede Allaha yalvardım kimseyi karanlıkta ve çaresiz bırakma Allahım diye.
Poyraz beyim.....
O an bir şimşek çaktı beynime, o hep karanlıkta ve çaresizdi. Onun rüyası bitmek bilmiyordu. Onun karanlığı tüm dünyasını sarmıştı, peki nasıl baş ediyordu bu acıyla. İçim yanmıştı, gözlerim esen rüzgara inat yaşlanmış ve soğuk havaya rağmen alev almıştı.
Sonra ona verdiğim söz geldi aklıma, bugün yamaçta buluşacaktık. Nasıl gideceğim hemde dün olanlardan sonra bilmiyordum ama gidecektim. İki elim kanda olsa gicektim, onun benden istediği ilk şey buydu. Gül yatakta inlemeye başlayınca uyanmasın diyerek pencereyi kapattım ve yatağıma dönüp dün olanları tekrar tekrar aklıma nakşettim.
Sabah telaşı ve kahvaltı hazırlıkları bitince bizde mutfakta kendi kahvaltımıza başladık. Kimse konuşmuyor gergin ortam tabak kaşık sesleriyle devam ediyordu. Sadık kahya avlu kapısından girinceye kadar bu sessizlik devam etti.
"Neredesin beyim sabah kalktım yoktun , merak ettim." Emine ananın endişeli sesinden anladığım bir şeylerin döndüğüydü.
"Bişey yok kadın merak etme, bazı itlerin tasması gevşemişti, onu bağlattım sahibine, bir daha bizim eve kadar uzanamaz."
Bir anda kafamdan aşağıya kaynamış su dökülmüş gibi hissettim. Sadık kahya bu sözleri söylerken direk gözlerime bakıyordu. Kazım iti olmalıydı bahsettiği, ne yapmıştı acaba? Aman ya bana neyse artık inşallah iyice bir dövmüştür de bir daha buralara gelemez.
"Sizde dikkat edin hareketlerinize başımıza iş açmayın" dedi ve galiba bu da bana uyarıydı.
"Gel otur da birşeyler ye bari " diyen Emine anaya da ters bir bakış atan Sadık kahya hiç bişey söylemeden çıktıp geldiği kapıdan da gitti. Sert bakışlarını kocasının ardından bana çeviren Emine ana ağzının içinden birşeyler söyleyerek masadan kalktı.
"Zehra sen bugün Gulfem anana yardım et , benim gözüme görünmede bu aralar yeter" diyerek kocasının ardından avluya çıktı. Gül küçük iğrenç bir böceğe bakar gibi bir bakış atarak sofradan kalktı ve konağa girdi. O an kendimi bir vebalı gibi hissettim. Gözlerim doldu, masada duran elimin üzerine kapanan Gulfem ananın elleri, içine düştüğüm karamsarlığa bir mum ışığı oldu. Ne mübarek bir kadındı bu Gulfem ana, her başım dara düştüğünde yanı başındaydı.
"Üzülme kuzum geçecek bunlar senin bir suçun yok bunu onlarda biliyor" dedi ve gülümsedi. " bugün sen bana çamaşır da yardım et zaten belim de çok ağrıyordu, bu benim içinde iyi oldu" diyerek beni tesselli etmeye çalıştı. Biliyordum aslında iyiydi sadece kendimi iyi hissetmem için işe yaradığımı zannetmemi istiyordu.
Zaman geçiyordu, ocak başında çamaşır icin sıcak su ısıtıyordum ama aklım hala Poyraz beyimdeydi. Hava daha da soğumuş ve artık yağmur her an yağacak gibi kararmıştı. Bu hava da yamaca gitmez diye umut ediyordum. Çamaşırları almak ve ocaklıkta yıkayıp sahanlığa sermek için mutfak kapısına giderken onu gördüm. Üzerinde kalın yagmurlukla orman yoluna doğru gidiyordu. Hava kararmış ve şiddetli bir yağmur yoldaydı ama o yine de vazgeçmemişti. Peki ya ben?.
Hızla girdiğim mutfak kapısından, bana bakan meraklı gözleri es geçerek üst kata doğru ilerledim. Gulfem ana kirli çamaşırları sepete koymuş merdiven boşluğuna bırakmıştı. Onları alıp hemen gerisin geri dönerken aklındaki tek şey Poyraz beyimdi. Nasıl çıkmıştı evden? nasıl kimse onu durdurmamıştı? anlayamıyordum. Ocaklığa girip çamaşırları yere bıraktım ve düşünmeye başladım. Nasılsa bugün buradaydım değil mi kimse beni aramazdı, yokluğumu kimse anlamadan gidip gelmeliydim. Gulfem ana bana kızacaktı belki ama bir bahane uydururdum.
Daha fazla vakit kaybetmeden kimseye görünmeden avludan çıkıp orman yolunda koşmaya başladım. Yolu nasılsa biliyordum artık ama yağmur her an başlayabilirdi. Yamaca geldiğimde nefes nefese kalmıştım, ama onu görünce her şeye değer olduğunu anladım. Sert esen rüzgara yüzünü vermiş, arkası dönük, öylece duruyordu.
"Hoş geldin zambak kokulum." dedi. Soluksuz kalan nefesimle :
"hoş buldum" diyebildim ancak. Yüzünde oluşan muhteşem bir gülüşle bana döndü.
"Geleceğini biliyordum" tam bu sırada çakan şimşekle ikimizde irkilmiştik. Açık alanda, şimşekler altında karşılıklı öylece duran iki kişi ne kadar akıllı olabilirdi.
"birazdan yağmur yağacak ama, geri mi dönsek?" dedim bir umut çünkü onun için endişeleniyordum.
" Hayır, geri dönecek olsaydım zaten gelmezdim. Islanmaktan korksaydık burada olmazdık değil mi?"
" Hayır...yani evet .. yani şey en azından yamacın başındaki kulübeye gidelim olmaz mı?". Neler saçmalıyordum ben Allahım aptal durumuna düşüyordum her ağzımı açtığımda. Poyraz beyim önce başını gök yüzüne çevirdi, sonra bana dönüp başıyla onayladı.
" Ama bir şartla, ben oraya hiç gitmedim. Yolu bilmiyorum yani koluma girersen beraber gideriz...."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZEHRA*TAMAMLANDI*
Historical FictionHem öksüz hem yetim bir kızın kör gözlerde aradığı umutsuz aşkın hikâyesi.