*9*

15K 617 10
                                    

Melike_221 ve hilalAk834 arkadaşlarıma destekleri için teşekkürler, ben desteğini esirgemeyen herkese buradan minnetlerimi sunuyorum. Okuma listelerine ekleyen arkadaşlara da teşekkürler:))

Bu konağa ilk geldiğim günü hatırlıyorum. Dört yıl önceydi, köyün muhtarı üvey annemin beni başlık parası için seksen yaşlarında bir ihtiyar adama vereceğini duyduğunda bize gelmişti. Üvey annem babamın ölümünün ardından iki çocuğunun üstüne titrerken bana karşı eziyetinin tozunu iyice arttırmıştı. Bütün köy ahalisi bunları görüyor ama ellerinden bişey gelmiyordu. Muhtar dayı bize geldiğinde, gözündeki morluğa buğulu bir bakış attıktan sonra, üvey anneme hesap sormuş oda muhtar dayıya  kapıyı göstermişti. Babamı evlenmeye ikna eden kişi olduğu içindir belkide kendini bana karşı sorumlu hissediyordu. Bir gün bana bir haber gönderdi bir çocukla. Haberde koruluğun arkasına gelmemi istiyordu, bende gittim. Bana " kızım sen bana babanın emanetisin, her gece baban rüyama geliyor ve seni kurtarmamı istiyor. Ben bir çare düşündüm seni buradan kaçıracağım, Adana'ya gideceksin kızım. Orada Eroğlu çiftliği var Sadık kahya arkadaşımdır. Ona haber gönderdim seni bekliyor, git kızım kendini kurtar buradan" demişti. Sadık kahya çok iyi bir adamdı ama Emine ana ve kızları Gül bir türlü benimseyememişti. Ama Gulfem anam daha ilk görüşte "hoşgeldin kızım" demesi bile tüm kalbimi doldurmuştu.

Şimdi göğsünde ağladığım, sevgisi ve merhametinden zerre şüphe duymadığım bu kadın için Allaha şükür ediyordum. Ana şefkatini bana tattırdığı için minnet doluyum. Gulfem anam bir süre daha saçlarımı okşayıp beni dogrulttu ve yüzümü ellerinin arasına alıp yanaklarından öptü.
"hadi kızım ben gideyim artık dolu iş beni bekler sen bugün ortalarda görünme ben konuşurum Emine bacı ile tamam mı kuzum?" diyerek oturduğu yerden kalktı.

"tamam Gulfem anam sen nasıl istersen"

Bir kaç geçmişti ve artık ben odada oturmaktan sıkılmıştı. Bu konağa geldiğimden bu yana hiç evde bu kadar kalmamış ve hiç çalışmadan akşamı etmemiştim. Konağın arka tarafını gösteren pencere önünde kaç saat dağları seyrettim bilemiyordum. Saat öğle olmuştu bile acaba mutfakta işleri yetistirebilmiş miydi Emine ana? Yardım etmek için yanına gitsem hala bana kızgın olabilir mi?

Ne olursa olsun diyerek mutfağa gideceğim sırada pencerenin gördüğü tek açık alanda biri gözüme çarpmıştı. Çoban yada köylüler olamazdı çünkü iyi giyimli biriydi. Elinde tuttuğu siyah metal çubuk güneşte parıldıyordu.  Onu yere vura vura ağır adımlarla yürüyordu. Arkası dönük olduğundan yüzünü seçemiyordum ama bana tanıdık gelen bir yanı vardı. Dalgalı saçları rüzgarla dağılıyor, uzun boyu ve yapılı vücudu ile başı dik yürüyordu.

"aman Allahım Poyraz beyim"  vücudumu saran heyecan bir anda kaybolup yerini endişeye bırakmıştı.

" Bu saatte dışarıda ne yapıyor ki üstelik yalnız ve gittiği yol onun için tehlikeli."

Hiç düşünmeden oturduğum kanepeden fırladım. Bu sabahki dayak yüzünden saç diplerim ağrıdığı için saçlarımı toplamadan evden çıktım. Kimseye görünmemeye de çalışarak konağın arkasına geçtim. Ahırın yanında duran iki yanaşma hariç kimse yoktu. Onlarda bir süreden sonra içeri girince koşarak açık alana doğru gittim. Kör olduğu icin yavaş ilerleyen bir adamı bulmak zor olmasa gerekti. Açıklık alanda göremeyince kalbim hızlanmaya başladı çünkü biraz daha ilerisi küçük bir orman ve daha da ileride Poyraz beyin hayatına mal olacak tehlikede yamaçlar vardı.

Hem deli gibi koşuyor hemde ona bişey olmaması için Allaha yalvarıyordum. Orman büyük olmasa da ağaçlar sık olduğundan pek birşey görünmüyordu. Bunca yıldır buradaydım ama buralara ilk kez geliyordum. Ben gördüğüm halde bir kaç kez tökezlemişken o göremeden nasıl gelmişti buralara anlayamadım.  Tam da umudumu kesip adını çağırarak arayayım derken onu gördüm. Bir yamacın başında çimenlerin üzerinde oturuyordu. Biraz daha yaklaşıp onu izlemeye devam ettim. Gözlerini kapatmış, başını güneşe doğru kaldırmış öylece duruyordu. Sanki hafif esen rüzgar ona birşeyler fısıldıyor, o da  mutlulukla ve huzurla onu dinliyordu. İnceden rüzgarla birlikte bir melodi kulağıma gelince, önce etrafima baktım ama kimseyi göremeyince benimde yüzümde bir tebessüm oluştu. Poyraz beyim şarkı söylüyordu. Onu ilk kez böyle huzurlu ve mutlu görünce biraz daha yaklaşıp bu görüntüyü hafızama kazımak istedim.

Daha ben bir kaç adım atmıştım ki melodi birden durdu. Poyraz bey önce biraz yan döndü sonra da derin bir nefes çekti içine ve dudakları hafif bir tebessüm etti. Tekrar yüzünü güneşe doğru döndü ve gözlerini kapattı. Hissetmişmiydi  acaba birinin onu izlediğini? Bazen onun kör olduğuna inanası gelmiyor insanın, öyle derin ve anlamlı bakiyorki etrafına inanamıyorum. Bazen de görmese bile kimin geldiğini veya etrafında olduğunu anlıyor. Ben zavallı küçücük aklımla bunları düşünürken kalbimin teklemesine sebep olan cümle gelmişti bile.

" zambak kokulu kız sen mi geldin?" 
Allahım bunu nasıl yapıyordu bilmiyorum ama sanki bu sözleri söylerken bile nerede kaldın der gibiydi. Sanki geleceğimi biliyor hatta bekliyordu. Artık saklanmanın bir anlamı yoktu bir kaç adım daha yaklaştım. Benim korkak adımlarıma inat Poyraz beyin rahat hareketleri hem beni korkutuyor hem de heyecanlandırıyordu.

"Daha ne kadar orada bekleyeceksin, yanıma gel yorulmuş olmalısın otur."
Söylediklerini kulağım duyuyor ama aklım algılamıyordu. Ben konağın hizmetkarı Zehra, koskoca Eroğlu çiftliğinin sahibi Poyraz beyin yanına mı oturacaktım. Peki ya biri görse ben ne yapardım onlara ne söylerdim. Tabi Poyraz bey de benim bir hizmetkar olduğumu bilmediği için otur demişti, yoksa ben kim o kim yan yana oturalım.

" Korkak ve ürkek bir kuş gibisin zambak kokulu. Kalp atışlarını buradan bile duyabiliyorum. Benden korkmana gerek yok sana birşey yapamayacağım belli değil mi?"

Yanlış anlamıştı ondan korktuğumu düşünmüştü. Ama ben ondan korkmuyor aksine kalp atışlarım ona yakın olduğumdandı. Tabi bunu hiç bir zaman bilmese bile bu kalbin sadece onun için attığını ben biliyordum. Daha fazla yanlış anlayıp üzülmesin diye birkaç adım daha atarak yanına geldim ve yüzünü ilk kez bu kadar yakından gördüm. Nefes kesiciydi, Allah hiç bir kusur vermemişti. Bütün gün burada oturup onu izlesem biraz bile olsa doyar mıyım acaba yüzüne bakmaya?

" buraya çocukken çok gelirdim. Bu mevsim daha bir güzel oluyor, taze çim ve hava kokusu bir başka buranın. Ama biraz önce birşey farkettim zambak kokusu burayı daha bir özel ve güzel yapıyormuş." 

Şiir gibi konuşuyor, rüzgarda sesi melodi gibi doluyordu kulaklarıma. Ben daha cümleyi anlamadan sesin büyüsüne kapılmıştım, zambak kokusu burayı daha güzel mi yapıyor. Yani ben mi? Benim burada olmam mı? Allahım ne olur rüya olmasın bu gerçek olsun Allahım yalvarıyorum.

Zaman ne gariptir, üzgün olunca geçmek bilmez iken mutlu anlar çabucak akıp gidiyordu. Poyraz beyim bağdaş kurduğu ayaklarını uzatıp bir eliyle arkasını kolaçan ederek sırt üstü çimlere uzandı.

"Pek konuşkan değilsin anlaşılan, bari bana manzarayı anlatsan fena olmaz". Diyerek gözlerini kapattı ve beni bekledi.

" yazın sonunları olduğu için ağaçlar yaprak döküyor. Rüzgar fazlaliklari topluyor, her yer kahverengi ve sarıya dönüşmüş. Yamacın ucunda bir kulübe var sanırım avcılar kalıyor, duman tütüyor evden. Toprak uykuya hazırlanıyor, ilk bahar için güzelleşiyor sanırım."

Bunlar hep babamın sözleriydi. Canım babam hep doğayı, güzelliklerini ve bahşettiği nimetleri anlatırken şiir gibi konuşurdu.

"Kar ve yağmurun üstünü örtmesini, rüzgarın bütün kış ninni söylemesini bekliyor artık doğa ana." Dedim.

"Bizde keşke sonbahara hazırlanıyor olsak, üstümüze kar ve yağmuru örtsek ve ninni dinlesek rüzgardan, ama  biz sadece ikimiz olsak, her gün o zambak kokunu içime çeksek ".....

ZEHRA*TAMAMLANDI*Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin