*19*

11K 422 13
                                    

Merhaba arkadaşlar aramıza hızlı bir giriş yapan yasinb306 a hoşgeldin diyorum ve bu bölümü ona hediye ediyorum. İyi okumalar.....




Ölüm, bir çocuktan annesini, babasını almamalı bence. Koskoca dünya da ailesiz kalmamalı çocuk, taşımamamalı bu yükü küçücük omuzları. Derdini, sevdasını, acısını paylaşacağı bir annesi olmalı. Korkularından koruyacak, kanatlarıyla sarıp sarmalayacak, tüm kötülükleri ondan uzaklaştıracak bir babası olmalı. Ailesi olmayınca güveni de olmuyor, gücü de olmuyor hayata karşı, küçücük bir odada korkularıyla başbaşa kalıyor.

Dışarıdan gelen kurt sesleri, aşağıdan gelen iğrenç sarhoş kahkahaları ve karanlık odadadaki kırık pencereden gelen korkunç gıcırtı sesleri ile sabaha kadar gözümü kırpmadım. Kilitlediğim kapının ardında çökmüş, kucağımda ki küçük bohçaya sımsıkı sarılmış, soğuktan titreyen ayaklarımı kendime çekerek sabahın olmasını bekledim.

Sabah ezanı okunurken aşağıdaki sesler kesilmiş, bütün gece gelen giden olmamıştı yukarıya. Ezanın da verdiği rahatlıkla çöktüğüm kapı arkasında, uyuşmuş ayaklarımı uzatarak yere tam oturdum. Gözlerim isyan ederken, vücudumda ona uymak için can atıyordu. Seslerin kesilmesi de bana biraz rahatlık verince kendimi bu kâbusun içinden sıyrılmak için uykunun huzurlu kollarına bıraktım.

"Zehra.... ulan benim evimde kapı kilitlemek de ne aç lan şu kapıyı... Zehra.."

Kazım bir yandan bağırıyor, diğer yandan kapıyı yumruklarla zorluyordu. Gözlerimi açtığımda güneş öğle vaktini bulacak kadar yükselmişti. Uyuşan ayaklarımı ve acıyan vücudumu görmezden gelerek kapının ardından kalktım ve kilidi açtım. Karşımda gözleri kan çanağına dönmüş, hala ayakta durmakta zorlanan ve leş gibi içki kokan bir Kazım vardı. Kapıyı açmamla birlikte yalpaklanarak içeri hızlı bir giriş yapmıştı. Kendimi duvarın dibine zor atan ben ise kocaman açılmış korku ve endişe yüklü gözlerle ona bakıyordum. Benimde geceden beri kaldığım odayı ilk kez gündüz gözüyle görmem kısmet olmuştu. Küçük bir odaydı, eskiler böyle bir odayı yatılı gelen misafirlere hazırlardı. Ama bir yatak bile olmayan odada duvar kenarına konulmuş eski bir sandık, yan duvarda bir aynalı komidin ve bir sandalyeden başka birşey yoktu. Kazım odayı incelediğimi fark edince, kendi de şöyle bir odanın haline baktı. Sonra da kaşlarını çatarak "senin bu odada ne işin var? Kime sordun da bu odaya girdin sen ha?" diye üzerime gelmeye başladı.

"ben.., şey yani sen.." diyerek kekelerken aslında boğazımın ağrısını yeni anlamanın şokundaydım. Sanırım bütün gece soğuk yerde oturduğum için olmuştu, konuşamıyordum. Sesim sanki bana ait değildi, boğuk ve çatallı çıkıyordu. Ama bu Kazım'ın sinirli ve anlayamadığım bir sebepten kızgın olmasına engel değildi. Üzerime doğru attığı bir kaç adımdan sonra ayağı odadaki tek sandalyeye takıldı ve yüz üstü aynalı komidine doğru düştü. Kominine çarpıp yere boylu boyunca düşünce ağzımdan büyük bir çığlık koptu.

Kazım düştüğü yerde kıpırdamadan bir kaç dakika kalınca, endişem artmaya ve yerini korkuya bırakmaya başladı. Olduğum yerden bir kaç defa ismini çağırsam da nafileydi, kıpırdamıyordu. Korkuyordum, ama yine de yanına doğru bir kaç adım atıp, baş ucunda durdum. Bir kaç kez yine adını tekrar ettim ama hâlâ tepki vermiyordu. Yüzü diğer tarafa baktığından, ne olduğunu da anlamıyordum. Cesaretimi toplayıp elimi omuzlarına koyarak bir kaç kez sarstım, yine kıpırdamıyordu, bu kez yüzünü kendime çevirince gördüğüm manzarayla şok oldum. Alnında bir yarık olmuştu, yüzü gözü kan içindeydi ve kan durmadan akmaya devam ediyordu.

Bir şeyler yapmam lazımdı ama ne? Bilemiyordum. Panik tüm bedenimi etkisi altına almıştı, ölmüş olma ihtimali de korkumu katlıyordu. Kalbini dinlemek için göğsüne eğildiğim de burnuma dolan içki ve kan kokusu miğdemi alakası bullak etmişti. Ama ellerim göğüsünün üzerinde olduğundan nefes alış verişini anlaya biliyordum. Bu bile rahat bir nefes almama yetmişti, en azından yaşıyordu. Ama yarasını hemen temizleyip satmam lazımdı. Etrafa bakınıp işe yarar birşeyler aradım, bulamadım. Aşağıya inip temiz su ve yarayı sarmak için temiz bez bulunmalıydım.

Korkak adımlarla merdivenlere geldim ve aşağıyı dinledim. Adamlar gitmemiş olabilirdi. Allahtan ses yoktu, birkaç merdiven daha inerek baktım aşağıya kimse yoktu. Hemen koşarak indim kalan merdivenleri de salon büyüktü ama içeride hayvan bağlasan durmazdı. İğrenç kokular sanki duvarlara işlemişti, her yer darmadağınıktı. Miğdem yine kendini belli edecek kadar bulanmıştı. Sanırım çok stres miğdemi bu kadar kötü ediyordu. Salonun karşısında iki kapı vardı, oraya yöneldim ve ilk kapıyı açmamla içerinin manzarasını görüp kendimi dışarı atmam bir kaç saniye sürdü. Kapının önünde çökmüş kusma isteğini bastırmaya çalışıyordum ama olmuyordu. En son iki gün önce yediğim yemek haricinde çıkaracak bişey yoktu zaten miğdemde. Bir süre kendime gelmek için temiz havayı ciğerlerine çekerek kapı önünde oturdum.

Mutfağa bulduğumda salondan pek farkı yoktu, temiz olarak bulduğum tek şey bir tencereydi. Onu alıp tekrar salona geldim yerdeki sofrada gözüme çarpan surahiden içine su doldurup yukarı çıktım. Kazım hâlâ bıraktığım gibi yerde yatıyordu ama kanaması hâlâ devam ediyordu. Temiz bez aramak için bu kez diğer odaya gittim, orada da büyük bir karyola yatak duvar kenarına konulmuş, karşısında küçük bir komidin ve onun yanında da bir dolapdan başka bişey yoktu. Geri dönerek küçük sandığa gittim, içinde eski kadın elbiseleri, yemeniler ve tülbentler vardı. Büyük bir yemeniyi alarak sandığı kapattım. Zaten eski olan kumaşı hemen ikiye ayırdım ve yarısıyla yarayı temizledim. Diğer yarısını da başına sararak kanı durdurmak için iyice sardım. Kazım'ı yerde öylece bırakmazdım ama kaldırmaya da gücüm yetmezdi. Aklıma diğer odadaki dolap geldi üzerinde üstü örtülü birşeyler vardı ve bence onlarda yatak olmalıydı.

Tahminim doğru çıkmıştı döşşek, yastık ve yorganı alıp getirdim. Yere serdiğim döşşeğe Kazım'ı önce kollarını sonra ayaklarını çekerek yerleştirdim ve üstünü yorganla örtüp aşağıya indim. Evde yapılacak çok iş vardı bu pislikte kimse yaşayamazdı. Tabi Kazım ve arkadaşları hariç. Mutfakta bulduğum yarım ekmeği bir kalıp peynirle yedikten sonra kendimi daha iyi hissetmeye başlamıştım, artık işe başlamalıydım.

Saatin farkında olmadan saatlerce yaptığım temizlik az da olsa burayı bir eve benzetmişti. Kırık pencere ve kapının kilidi hariç, o korkunç görüntü biraz değişmişti. Tam biraz oturmayı ve dinlenmeyi düşündüğüm sırada dışarıdan gelen sesle irkildim. Biri Kazım diye bağırıyor aynı zamanda zaten kırık olan kapıyı çalıyordu. Akşamki serseri arkadaşları olması bende yine korkuyu yükseltmişti. Mutfağa koşup büyük tavayı elime aldım, o sarhoş adamların dün geceki kahkahaları hâlâ kulaklarımdaydı. Kapının önüne geldiğimde korkak ve zaten şişmiş olan boğazımın el verdiğince konuşmaya çalıştım.

"kim o? Kimsiniz?"
"aç kapıyı gelin ben Kazım'ın dayısıyım yabancı değil yani" dedi. Kapının kolundan tutarak açtığım da gerçekten de elli altmış yaşlarında bir adam karşımdaydı. Kazım'a benzeyen gözler, uzun ve toplu bir sakal ve gözlerini olduğundan daha küçük gösteren kalın kaşları vardı. Hemen arkasında duran atlı arabanın üstünde de siyah çarşaflı sadece gözleri görünen ve kucağında kalın battaniyeye sarılı bebek tutan bir kadın vardı.

"bir saattir sesleniyorum nerde o serseri?" Adam soru sorarken bile azalıyordu sanki.

"yukarıda yatıyor, bir kaza geçirdi de bu sabah kendinde değil." dedim. Sert bakışları yumuşayan adam telaşla önce yukarı merdivenlere sonrada arkasındaki kadına dönüp bir baktı.

"Seher gel iki dakka içeride bekle, ben bir Kazım'a bakayım da öyle gideriz" dedi. Sonra da bana tekrar dönüp" yukarı musaitmidir gelin hanım" dedi.

"tabi buyurun " diyerek kapıdan çekilince adam içeri girip üst kata çıktı. Arabadan inen kadın kapının önüne geldiğin de buyur ettim. İri ve siyah gözlerine sürdüğü siyah kalemle çok güzel görünen kadın, zor duyulan bir sesle "sağol bacım" diyerek girdi içeri. Sesinden ve gözlerinden anladığım kadarıyla yaşı benden fazla değildi ama nasıl olur ki ? Kadın bütün gün temizlediğim salona şöyle bir göz atıp kanapeye yaklaştı. Tam oturacaktı ki adamın merdivenlerden telaşla indiğini gördü ve atakta kaldı.

"ne oldu yeğenime, kim yaptı bunu ona gelin anlat"

"bu sabah komidine başını çarptı, yarayı temizleyip sardım bende" dedim. Adam yine yumuşamıştı, değişen ruh halı Kazım'ın kime benzediğini belli ediyordu.

"Adın ne senin?"
"Zehra efendim"
"iyi iyi inşallah bu deli oğlanı sen yola sokabilirsin. Gerçi ben o son gelen kızdan da umutluydum ama olmayınca olmuyor işte"....

ZEHRA*TAMAMLANDI*Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin