Sabah alarmının korkutucu sesi çaldığında zaten uyanıktım.
Babam evden çıkarken kapıyı öyle sert kapatmıştı ki bu sesle bütün mahalle uyanmış olabilirdi.
Kafamı geri yastığa koyup uyumaya çalıştım ama işe yaramadı, yorganın altına girdim, klasik müzik dinledim ve yine çabam sonuç vermeyince kitap okumaya karar vermiştim.
İşte şimdi okul saatinden önce uyanık ve bir fantastik-seksi-aşk romanı okuyor, kendi monoton ilişki hayatımı başkalarınınkiyle doldurmaya çalışıyordum. Alarmı kapatmak için kitaptan ayrılıp biraz da yatakta oyalandıktan sonra kitap okumaya geri döndüm.
Ana karakterin aşırı çekici ve tehlikeli olduğu bir kitaptı, zaten tehlikeli yanı onu çekici kılan şeydi. Okuduğum sahne kızı önce omuzundan, sonra tam çenesinin altından öptüğü bir sahneydi. Gözlerim hızlı ama haz dolu bir hisle satırları tarıyor, zihnim sahnenin büyüsünü canlandırırken kendini aşıyordu. Beynimden bir cızırtı sesi duyduğuma yemin edebilirdim.
İşte orada gözümün önündeydi, zihnim Jungkook ile kendimi onların yerine koyuyordu, tam o anda zihnime durmasını emrettim.
Her zaman kurduğum hayaller veya rüyalar gözüme çok gerçekçi ve renkli görünürdü, bu yüzden şu an tam da bunu hayal etmek çok tehlikeliydi.
Ayrıca tehlike Jungkook ile oyun oynadığımız günden sonra üzerinde fazlaca düşündüğüm bir kelimeydi.
Bana pusu katliamı'nın tehlikeli olduğunu söylemişti ama daha dokuzuncu sınıftık, oyunun tek tehlikeli yanı okulun bilgisayarında oynuyor olmamızdı.
Kafa sallayıp kitaba geri döndüm, zihnimi Jungkook'dan uzaklaştırmak istiyordum.
Biz arkadaş değildik, nokta.
Başrol kız esas oğlanın etkisine kapılmış, onu betimliyordu: uzun kolunun ince ama sıkı adeleleri, gece siyahı saçlarının öttüğü koyu renk gözleri, elmacık kemiğinin üzerindeki minik yara izinin tedirgin edici çekiciliği..
Bir dakika, yara izi mi?
Jungkook'un yüzündeki yara izinin betimlemesini okuduğumda kalp krizi geçirerektim. Karakteri o olarak hayal etmemem hatta mümkünse hiç hayal kurmamam gerekirdi.
Satırı okumak için gözlerimi tekrar paragrafın başına getirdim.
Paragraf bittiğinde bu sefer yara izinden bahsedilmiyordu.
Aklım bana oyun oynuyordu işte, Jungkook'u zihnimden atamıyordum. Ve bu hiç komik değildi.
Kitabı kapatıp çekmeceye tıkıştırdım. Kesinlike Jungkook ile öpücüklü sahneleri zihnimde yaşamak istemiyordum, onunla sadece arkadaş olmaya çalışarak bile çok zaman kaybetmiştim zaten.
Okul kıyafetlerimi giyinip basit bir kahvaltı yaptıktan sonra evden çıktım.
Dün annem bana anahtarları bırakmadan evden ayrılıp beni sokak ortasında bıraktığında babama gelmek zorunda kalmıştım ama babamın evi tanrı tarafından unutulmuş gibiydi. Ev şehir dışındaydı ve kesinlikle sebebini bilmiyordum.
Gizemli bir bodrum katı olan üç katlı bir villaydı, babam bu evin eskiden dedeme ait olduğunu söylerdi.
Beni hiç bodrum katına indirmedi, inmeme de izin vermiyordu. Genelde oranın çalışma yeri olduğunu ve girmememi söyleyip duruyordu.
Rutubet ve böcek dolu bir bodrum katı zaten ilgimi çekmiyordu.
Buradan okula gidebilmek için önce minik bir tren seyahatine çıkmam gerekliydi. Bu kendimi çağlar öncesine hissetmeme sebep olsa da nostaljik bir havası vardı. En azından böyle düşünmeliydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
End Game ; 𝐣𝐣𝐤 [ᴇɴᴅᴇᴅ]
Fanfic- fantastik kurgudur. - a jk day gift. Bojae, sıradan biriydi. Okula gidiyordu, lise birden beri platonikti, matematikten nefret ediyordu, okuldan sonra kız arkadaşlarıyla cilt bakımına bile gidiyordu.. Matematik öğremeni Bayan Oh'a 'Yürüyen Raptiye...