Yanıyordum.
Sanki soluk borumun içinden alev geçiyordu, vücuduma aldığım hava değdiği her noktayı cayır cayır yakıyordu. Böyle devam ederse boğularak ölecektim.
Deli gibi nefes alıp veriyordum ama aldığım her nefes canımı yakıyordu, gerçekte nefes almak böyle birşey miydi cidden? Gerçekten daha başlangıçta nefret etmiştim.
Gözlerimin önünde görüntüler bir karıncalanama giderken beliren görüntüler gibi belirdi.
Beyaz duvarlar. Pembe örtülü bir yatak, pencere kenarında. Pencerenin perdeleri yok. Büyükçe bir oda. Aynalı bir makyaj masasının yanında bir bilgisayar masası var, oda ahşap bir trabzanla yükselti olarak ikiye ayrılıyor.
Hepsi, tam da Taehyung'un anlattığı gibi.
Birebir hayalini kurduğum gibi.
Belki de hayal kurmuyordum, sahip olduğum bir anıydı bu. Sadece geçmişteydi. Doğduğum gün kadar geçmişte.
"Geldi. Taehyung, o, o-orada duruyor."
Konuşan kadının senini biliyordum. Ama o alkolik, dünyadan vazgeçmiş ses tonu yoktu bu seste. Berrak ve temiz akıyordu bu sefer sesi, Martha'nın sesi.
Sanki nefes alışverişlerim değil de güvensizlik içimi yakıyor gibiydi.
Gözlerimle etrafta Taehyung'u aradım. Şu anda tanıdığım ve bana yardım edebilecek tek kişiydi.
İçten içe Jungkook olmasını istiyordum ama bu kontrolümde olan bir şey değildi. Biliyordum ama onu özlemekten vaz geçemiyorum. Ciğerlerim acı içinde kıvranırken bile onu düşünüyordum, daha bir dakika önce el ele tutuşuyor olsak da onu özlüyorum.
Gerçi zaman algısını bilemezdim değil mi? Burada geçen zamanla orada geçen zaman..
İç sesim, belki de hiç dönmezsin. dedi. Jungkook'u buraya getirir ve oyuna dönmezsin.
Gerçi bu fikir beni burktu, birden evimden uzakta hissettim. Buraya ait değilmişim gibi..
"İyisin, birazdan geçer."
Bir el omuzlarını kavradı ve görüşümün önüne ellerin sahibinin yüzü geldiğinde tüm akıl kurcalayan fikirlerimi bir kenara bıraktım.
Yine de eliyle omzumu kavrayışında bile dokunuşu ürpermeme sebrp oldu. O kadar canlı hissettim ki bunu.. Her şey çok yoğundu, başımı döndürüyordu bu yoğunluk.
Omzumu tutan kişiyse Taehyung'du.
"Ciğ- ciğerlerim ya-yanı-"
"Biliyorum." dedi, "Gerçek oksijen böyle işte. Yakıveriyor. Alışacaksın, birazdan geçer."
Taehyung'un söyledikleriyle biraz daha gevşeyen bedenim yavaş yavaş gerçekten de alışıyordu. Ama kulaklarıma dolan sesi zanki kulaklıklarımı çıkarmışım gibi bir his yarattı. Sanki ilk kez duyuyormuşum gibi.
Neredeydim, neyin üzerinde oturuyordum.. Etrafımı fark ediyordum aynı zamanda.
"Yeni doğan her bebek bu tepkiyi verir."dedi bir kadın Taehyung'un omuzunun üzerinden. "Benim bebeğim.. Bu tepkiyi verecek kadar bile burada değildin."
Kıvırcık sarı saçlar, çökük elmacık kemikleri, solgun beyaz bir ten ve yeşil gözleriyle bana bakan Martha oyundakinden çok daha farklıydı. Dış görünüşü aynı olsa da daha temiz, daha canlı.. Daha anne gibiydi.
"M-martha?" diye sordum öksürüklerimin arasından.
"Kendini yorma bebeğim."dedi. Konuşurken ağlıyordu. "Tanışmak için vaktimiz var. "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
End Game ; 𝐣𝐣𝐤 [ᴇɴᴅᴇᴅ]
أدب الهواة- fantastik kurgudur. - a jk day gift. Bojae, sıradan biriydi. Okula gidiyordu, lise birden beri platonikti, matematikten nefret ediyordu, okuldan sonra kız arkadaşlarıyla cilt bakımına bile gidiyordu.. Matematik öğremeni Bayan Oh'a 'Yürüyen Raptiye...