8. BÖLÜM - BEN SENİN İÇİMDEKİ AŞKIN İLE BÜYÜDÜM

12K 930 12
                                    


Biliyorum yüreğim,
Sana sahip çıkamadım.
Karşılıksız bir aşkın içinde,
Seni de bir bilinmezliğe yuvarladım.
Şimdi nasıl toparlanırım bilmiyorum.
Ne zaman çıkarım bu enkazdan...
Şimdi sen tut elimden mutluluk.
Ben tek başıma yürüyemem bu yollardan...

YILLAR ÖNCE

09 Mart sabahı

“Ben bunu giymem çok süslü. Sahneye mi çıkacam doğum günü mü kutlayacam? “ diye cıyaklıyordu Zehra.
Eda sabrının sonuna geldiğini düşündü. Bu kızı hiç istediği gibi giydiremiyordu. Varsa yoksa kotlar, şortlar. Doğduğunda bir hevesle rengarenk, çiçekli böcekli, benekli, kareli bandanalar, şapkalar almıştı ama o zamanlar da bile elleri ile çekiştirir, dişlerine götürüp dişlerini kaşırdı. Tokaları ise çekiştirip atardı. Tek aksesuarı emziğiydi.

“Bu bugün giyilecek Zehra hanım o kadar. Doğum gününe şortlarla katılamazsın. Üzgünüm. Ayrıca nesi varmış elbisenin. Gayet de sade ve güzel. “

Zehra elbiseye baktı. Tamam geçen seneki elbisesine göre daha iyiydi; ama yine de sonuna kadar direnmeliydi.
“Pembe. “ Dedi bıkkınlıkla.
“Ah özür dilerim hayatım. Siyah mı alsaydım. Yada lacivert? “ deyip sesini yükseltti. “O elbise 10 dakika sonra giyilecek küçük hanım. Abin gelmek üzere. Birazdan arkadaşlarında burada olur. “ Deyip çıktı.

Bugün 14 yaşında olacaktı Zehra. Büyüyordu; ama büyümek istemiyordu. Büyüyordu ama o annesinin kanatlarındaki o minik kız kalmak istiyordu. Korkuyordu... Acıdan, gözyaşlarından korkuyordu. Bu çatıdan çıktığı an artık kimse onu koruyamayacakmış gibi geliyordu. Babasının güvenli kollarından çıkmak, annesinin şefkat dolu bakışlarından uzaklaşmak istemiyordu. Çünkü kimse onu o kadar sevip, koruyamaz diye düşünüyordu. Paramparça olmaktan korkuyordu.

Elbisesini oflaya puflaya giydi. Aynada kendine baktı. Süs köpeği Pony’e benzemişti. Eteğini iğrenerek çekiştirdi ve nefes almak için bahçeye çıktı. Çiçeklerden çıkarıyordu sinirini. Resmen tekmeliyordu hepsini. Şirineye dönmüştü bu kıyafetle. Birden arkadan bir ses duydu.

“Şişt ufaklık!” dedi. Zehra arkasını döndü. Komşularının oğlu Mirza. Yine dalga geçecekti muhtemelen. Yine ağlatacaktı onu. Onun o sözleri neden bu kadar üzüyordu onu bilmiyordu. Abisi de ona ufaklık derdi ama sadece Mirza dediğinde öfkeleniyordu.

“Efendim!“ dedi sinirle. Ne istiyordu ondan?
“Elbisen çok yakışmış. Biraz hanım hanımcık olmuşsun.” Sonra ona göz kırptı.
“Önceden neydim acaba? Serseri mi?”

Mirza kahkaha attı. “Serseri... Imm... -elini çenesine koydu- Cık! Yok, daha çok oğlan çocuklarına benziyordun. Bu arada doğum günün kutlu olsun. “ Deyip yanağından öptü. Zehra kızardı. Neydi şimdi bu kalp çarpıntısı? Ne oluyordu? Alt tarafı yanağından öpmüştü. Bir yanaktan öpünce her insan böyle mi hissediyordu. Kalbi duracaktı resmen.

Gözleri... Mirza’nın gözlerini sanki ilk defa görüyordu. İlk defa o maviliklerde boğuluyordu. Dudakları ilk kez onu başka düşüncelere itmişti. Sadece yanaktan bir öpücükle. O dağınık saçları, tişörtün kenarından fark edilen martı dövmeleri. Zehra ne yapıyordu Allah aşkına? Başına sağa sola salladı. Ayrıca Mirza 22 yaşındaydı, muhtemelen onu kardeşi gibi görüyordu. Zehra onun için küçüktü. Ama Zehra kızarmaktan kendini alamadı.

“Teşekkür ederim. Partiye gelmeyecek misin sen?”
Mirza Zehra’nın kızardığını fark etmedi. “Maalesef katılamayacağım. Malum partin için fazla yaşlıyım. O yüzden hediyeni şimdi vereyim.” Deyip siyah kadife bir kutu çıkardı.

Zehra konuşamamaktan, kekelemekten, saçmalamaktan korkuyordu. Çünkü sanki sesini kaybetmişti. Konuşamayacakmış gibi geldi. Açtı kutuyu. “Takmama izin verir misin? “ dedi gülümseyerek.

Ve evet, konuşamadı. Başını sallayabildi sadece. Sonra iç çekti, ‘Allah’ım ne olur düşündüğüm olmasın’ dedi içinden. Tenine değen elle tuhaf hissetti Zehra. Sanki tüm bedenini elektrik çarpmış gibiydi. Kolyeyi taktı Mirza. Ucundan pırlantalarla kaplı ufak bir melek vardı kolyenin. Zehra eline aldı.
“Melek...” sesi fısıltı gibi çıkmıştı.

“Seni korusun ufaklık, ben olmadığım her yerde ve her zaman.”
“Te-teşekkür ederim çok güzel, çok zarif. Ama sen hep olacaksın, değil mi? Bu kolyeyi bırakıp, ortadan kaybolmayacaksın?“ dedi kızarıklığı daha da yayılırken, yanakları alev alıyordu.

“Rica ederim minik cadı. Çok yakıştı ve ayrıca hep olacağım. Her zaman...“ dedi. Ve göz kırptı.
Yok bugün ölüm günüydü Zehra’nın ölebilirdi her an.
“Hadi ben kaçtım ufaklık. Size iyi eğlenceler. “ dedi. Yanağından makas alıp, güneş gözlüğünü takıp uzaklaştı.

Zehra o gece ve ondan sonraki her gece bir tek onu düşündü. Bir tek onun için kalbi böylesine çarptı. Ve bir tek onun için gözyaşı döktü. Daha da çok ağlayacaktı.

*

Gidişi en çok onda yara açmıştı. Gittiği gün Zehra karanlıkta kalmıştı sanki. Kapkaranlık bir dünyada...
Koştu, koştu... Nefesi kesilene kadar koştu. Göle giden yola girdi, orası topraktı ve ayağı takılıp yere yuvarlandı. Çığlık attı. Üstü başı toprak olmuştu.
“Yalancı! Yalancısın sen Mirza Hazaroğlu! Hani koruyacaktın beni? Hani bırakmayacaktın!” diye bağırarak ağladı.

Kolyeyi boynundan eliyle kopardı ve ayağa kalkıp, tekrar koşmaya başladı. Gölün kenarına gelince, avucunun içine aldı kolyeyi. “Sen beni koruyamadın. Bu mu koruyacak?” tam atacakken, dizlerinin üzerine düştü. “Yapamıyorum. Mirza yapamıyorum. Ben daha bu demir parçasını atmaya kıyamazken seni nasıl atacağım içimden? Seni nasıl gömeceğim?” saatlerce ağladı, ne kadar zaman geçti bilemedi.

Eve gitmek için ayaklandı ama mecali kalmamıştı. Zar zor yürüdü, eve yetişince kimseye görünmeden arka bahçeye doğru döndü, odasının önündeki kiraz ağacına tırpandı ve odasına çıktı. İçeri girince hemen banyoya attı kendini. Üstünü çıkarıp, çöp poşetine koydu kıyafetlerine. Bir de annesine laf anlatamazdı. Banyodan çıktı ve bir kutu aradı. Kolyeyi içine koydu. “Sen bana dönene kadar başıma gelecek kötülükler umurumda değil. Sen gittin! Daha ne kadar kötü olabilirim ki?” yatağa uzandı.

Kaç yıl ağlayacağını bilmeden, kaç yıl bekleyeceğini bilmeden sessiz gözyaşları içinde uykuya daldı.

BÜYÜK AŞKIM KÜÇÜK SEVGİLİM - B.A.S. * FİNALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin