Medya: Hye Su
Ruhum, bir bulut gibi hafifti. Ama bir o kadar da demir gibi ağırdı. O gittiği saatin, dakikası, saniyesi, salisesinden sonra oldum böyle. Gerçek anlamda, aptalca terk edilmiş gibi hissediyordum. Hayatım ellerimden gitmiş gibiydi. Meğer ben ona kapılmışım çoktan. Farkında değilmişim. Nefret ediyorum diye avutuyordum kendimi. Kendi kendime şaka yaptım. Sayın kendim, size şaka yaptım.
Sonra üstüne baktım. O da sanırım bunu düşünüyordu. İyi biri gibi, hiç darbe almamış, bunları söylerken canı yanmamış gibi davranacaktım. "Ben sana yedek bir kıyafet getireyim,"dedim ve ayaklandım. Öyle acıyordu ki kalbim. Jimin'e ihanet ediyor gibiydim. Ah! Ben onun hiçbir şeyiydim ya!
"Bunu inkar edemeyeceğim. İhtiyacım var. Ama ben sana en kısa zamanda geri getiririm,"dedi. Getirme, getirme. Jimin'in kokusunu aldın. Getirme.
"Mühimi yok. Getirmesende olur."dedim ve merdivenlere yöneldim. Jimin'in odasına girdim. Lavanta kokusu burnuma çarptı. Yavaş adımlar ile dolabına yöneldim. Askılıkta iki parça kıyafeti vardı. Birini Chin-Mae'ye verecektim. Titrek bir el ile turuncu tişörtünü aldım. Ansızın tişörtünü burnuma götürüp kokladım. Gözlerim huzur ile kapandı. Şuan kendimi ona sarılıyor gibi hissediyordum.
Yeter artık! Çık şu depresif anından! Gideli daha bir gün bile olmadı! Ne yaşıyorsun Hye Su?
Konuşan iç sesime en ağır şekilde karşılık verdim. Onunla her zaman aramız kötüydü. İyi olmayacaktı. Ya da olamayacaktı.
Kes sesini! Senden nefret ediyorum. Bir daha konuşursan seni mahvederim!
Sustu. İç sesim sustu.
Tişörtünü son kez koklayıp onu elimde tutup dolabın kapağını kapattım. Aşağı indiğimde Chin-Mae'nin tam karşısında durup ona Jimin'in tişörtünü uzattım.
"Teşekkür ederim,"dedi gülümseyerek. Konuşmadım. Konuşursam ağlardım. Gözlerimi bir süre kapatıp açarak onayladım.
Sonra geriye doğru yürüdüm ve arkamı döndüm üzerini değiştirmek için. "Önünü dönebilirsin,"dedi. Önümü döndüm ve az önce oturduğum koltuğa oturdum. Birbirimize bakıyorduk ama ben bakıyordum sadece. Aklım başka yerdeydi.
Sonra konuşan dilime lanet ettim. "Bu gün bende kalabilirsin. Durumun iyi görünmüyor," Umursamaz bir ses ile söylediklerim yinede canımı yakmıştı. Kalbimin hıçkırık seslerini duyduğumda gözlerimi yumdum.
"Yok, ben sana rahatsızlık vermeyeyim,"deyince üstelemek istemedim ama iyi bir komşu rolündeydim. Buna uydum maalesef. "İtiraz etme. Kal diyorsam kal,"dedim sertçe.
Kaşları çatılır gibi oldu ama hemen sonra konuştu. "Peki, teşekkür ederim."dedi ve sormak istediği, ama soramadığı birşey var gibi baktı gözlerime. Gözlerimi devirdim ve konuştum. "Sorabilirsin,"dedim ve geriye yaslandım. Umursamamazlığa veriyordum.
"Ben... Sen baban ile kalmıyor muydun?"dedi. Yutkundum. O üvey bozuntusu ile uzun zamandır konuşmuyorduk. Aman, bu daha iyiydi.
"Önceden onunla kalıyordum. Şimdi kendi paramı kazandığım için kendi ayaklarım üzerinde durabiliyorum. O yüzden ayrı eve çıktım,"dedim gözlerimi kaçırarak.
"Anladım,"diye mırıldandı.
"Bu arada, ben yarın işe gidiyorum. Haberin olsun,"dediğimde gülümsedi. "Bende gideceğim zaten."dedi. "İyi,"dedim ve ayağa kalkıp salon ile bağlı olan mutfağa yürüdüm. "Aç mısın?"

ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝐊𝐚𝐥𝐛𝐢𝐦𝐢𝐧 𝐃𝐨𝐤𝐭𝐨𝐫𝐮 ❆ 𝑃𝐽𝑀✓
FanfictionBeyaz, narkoz kokan hastane koridorunun tam ortasında. Sızım sızım sızlayan geçmişin iltihaplı yaraları inliyordu. Geçmişinin pranga vurduğu bileklerinde, kelepçeleri küf tutmuştu. Yosunların su ile seviştiği saklı bir kutuydu Park Jimin ve Hye S...