Selam! Biz geldik. Tabii, Jimin biraz uzakta kaldı ama olsundu. Hye Su'yu o kalbinde taşırdı. Şimdi bölüme geçelim. Ve bakalım ben içimdeki Hye Su'yu geri kazanabilmiş miyim? Hep beraber görelim.
Kalbimin yanarak tutuştuğu bir gerçeğin ortasındayım. Acılara karşı bağışıklık kazanan, mesleğinden uzakta kalan, kariyerini alt üst eden şeyler yaşayan bir kızım. Ona kapıldım. Engin denizlerine yüzme bilmeden girdim. Boğulmayı da öğrendim, yüzmeyi de. Yaşamayı da öğrendim, ölmeyi de. Aşkından yanmayı da öğrendim, donmayı da. Onu severek hata yapmayı da öğrendim, doğruyu bulmayıda. Onunla yaşadığım şeylerle hırpalanarak mahvolmayı da öğrendim, bitmeyide. Zirvedeyim artık. Arafın zirvesinde. Onsuz bir şekilde yaşamayı da öğrenmeliyim, hayatın acımasız okulunda. Yerin dibinde de olsam, zirveye çıkmayı da öğrenmeliyim. Beni buna zorunlu bırakan Jimin'i geride bırakmayıda öğrenmeliyim. O, o an ne kadar ruhsuzsa, bende onu unuturken ruhsuz olmayı öğrenmeliyim. Tükenirken, tekrar dolmayı da öğrenmeliyim. Öğrenmeliyim ki, bu acımasız olan hayatın oyununa gelmeyeyim.
Gözlerimi açtığımda oldukça sıcak olan bir odada, yumuşacık olan bir yatağın üzerinde, üzerime örtülen gri ve yumuşak olan yorgana tutunan ellerime baktım. Gözlerim etrafıma baktığında, karşımda bir pencere, sol tarafımda beyaz bir gardolap, sağ tarafımdaysa bir kitaplık ve hemen onun yanında beyaz bir çalışma masasından başka bir şey yoktu.
Üzerimdeki kıyafetlerin nemli olduğunu yeni anlıyordum. Burası neresiydi? Hangi ara ben buraya geldim? Yatağın ucunda duran birkaç parça kıyafet vardı. Ayağa kalktım ve gözlerimi ovuşturdum. Gözlerimin ilk gördüğü yer pencereydi. Hava kararmıştı. Akşam üzeriydi. Kaç saattir buradaydım?
En son neler olduğunu hatırladım. Kucağımda bana onca şey yapan, başındaki kişi tarafından tecavüze uğrayan, babam olarak gördüğüm adamın kızı kucağımda öldü. Jimin o sırada başka birine dönüştü. Hiç görmediğim, tanımadığım birine dönüştü. Bende onunla birlikte olamadım. Onu bırakıp çektim gittim sağnak yağmurun altında. Ormanın içine girip ağladığımda iki kişi ile karşılaşmıştım.
Bay Tavşan Diş ve Bay Kare Gülücük.
Beni buraya onlar getirmiş olmalıydı. Sanırım arabada Jimin'i düşünürken uyuyakalmıştım.
Yatağın ucundaki kıyafetleri aldım. Üzerimdekilerden kurtulup, mavi bluz ve siyah dar pantolonu giydim. Saçlarım ıslaktı ama ıslandığım an kadar değildi. Biraz daha kurumuş gibiydi.
Onları omuzlarımdan aşağı saldım. Odanın beyaz meşe kapısını açıp buradan çıktığımda etrafıma bakındım. İleride bir odanın ışığı yanıyordu.
"Uwaa! Tae Hyung -yanlış yazmadım inş- attı ve gol!"diye bağırıyordu biri.
"Ne sandın Jungkook? Ben attım tabii."dedi önceki sese göre biraz daha tok bir ses.
"Hemen havalanma. Ben daha son kozumu kullanmadım hyung."dedi diğeri.
"Göreceğiz. Beni yenmeni bekle..."
"GOOL!"diye bir bağırış tok sesli olanın konuşmasını bölmüştü.
Büyük bir kahkaha sesi geldiğinde, tok sesli olandan hiçbir ses çıkmıyordu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝐊𝐚𝐥𝐛𝐢𝐦𝐢𝐧 𝐃𝐨𝐤𝐭𝐨𝐫𝐮 ❆ 𝑃𝐽𝑀✓
FanfictionBeyaz, narkoz kokan hastane koridorunun tam ortasında. Sızım sızım sızlayan geçmişin iltihaplı yaraları inliyordu. Geçmişinin pranga vurduğu bileklerinde, kelepçeleri küf tutmuştu. Yosunların su ile seviştiği saklı bir kutuydu Park Jimin ve Hye S...