Bölüm 3 /Gülce

2.8K 193 52
                                    

Yemekhanede yemek yiyemeyenler kulübü kurucu başkanı olduğum için sınıftakilere sonraki derste görüşmek üzere veda ediyorum. Çantamı omzuma yerleştirip, iki saatimi öldürmek için okulun yakınlarındaki, iki hafta önce keşfettiğim kafeye adımlıyorum. Bizim ekipten biri okulda olmadığında buraya takılmak gibi huylar edindim. Tatlı bir şeyler mi yoksa sandviç tarzı bir şeyler mi yesem? İkisi birden zor, kahvaltının üstünden de çok geçmedi. Ben tatlıdan yürüyeyim en iyisi, güzel bir brownie ve kahve.Iııım nefisss. Dünyanın en zor seçimlerinden birini, Türkiye'deki seçimler skala dışı tutulmaktadır, kafeye varmadan hallediveriyorum böylece.

Tam kafeden girdiğim sırada, ummadığım birini görüyorum, en son dört gün önce doğum günümde gördüğüm Mete Dilmen'i. Burada olması dünyanın en garip olayı değil elbette ama insan birinden etkilenince rüzgar yan esse bunu ilahi bir işaret sayıyor. Haksız mıyım? Haklı ya da haksız olup olmadığıma karar veremeden o da beni görüyor. Yazıktır ki ben ona bakarken yakalanıyorum. Eliyle selamlıyor beni, hafif bir baş hareketi ve gülümseme ile alıyorum selamını. Sonra yanına çağırıyor. Öyle çağırıyor valla kırk yıllık arkadaş gibi. İstemsizce çatılan kaşlarımla masasına doğru adımlıyorum. Bir şey mi soracak?

"Hoş geldin." diyor ben masaya varınca. Buluşacak mıydık biz acaba bana hiç sormadan?

"Hoş mu bulmam gerekiyordu?" İnsan tesadüfen karşılaştığı birine hoş geldin mi der? Merhaba olacak o Mete Dilmen, öz diline yabancılaşmışsın gurbet ellerde. Vahlar sana.

"Gerektiğinden değil ama hoş bulsan güzel olur tabi, otursana." diyor şirin bir gülümseme eşliğinde.İstemsizce oturuyorum. Şöyle bir düşünsem belki yine otururdum ama bunu asla bilemeyeceğiz.

Kafamda bin tane soru cirit atıyor ama hangisini sorsam kendimi ele verecekmişim gibi sanki. Kimi tutsam neon tabelalarla ben sende tutuklu kaldım yazıyor gibi geliyor. En zararsız ve en az merak ettiğimle başlıyorum bu yüzden.

"Orhan ve Melih'i mi bekliyordun?"

"Hayır. Seni bekliyordum." Beni?

"Beni mi? İyi de biz sözleşmemiştik ki?" Şaşkın sesime mi şu an Allah bilir ne halde olan yüzüme mi bilinmez, bir sırıtma tutturuyor yüzüne.

"Sözleşebilir miydik ki?" diyor tek kaşı havada, cevabımdan emin gibi. Başkası olsa sözleşmezdim evet ama sahip olabileceği ayrıcalıkları bilmesine de ne gerek var şimdi.

"Asla bilemeyeceğiz." diyorum, çaresizlikten ölüyor gibi omuz silkerek. Bunun üzerine çok güzel bir gülüş peydah oluyor Mete Dilmen'in dudaklarında. Ben daha dikkatimi toparlayamadan gönderiyor ikinci darbeyi.

"Çocuklardan öğrendim okuldayken kahve içmeye bu kafeye geldiğini.Bugün dersim yoktu ben de bir şansımı deneyeyim dedim." diyor açık yüreklilikle. Baya baya, seni bekledim diyor vallahi. Öyle denk gelmiş demiyor. Aaa sen de mi buralara geliyorsun demiyor. Ben biliyordum da geldim diyor. Geldim de seni bekledim diyor. Önceden değilse bile artık eminim, koca bir Age of Empires oyunundayım ve bu kez, ilk defa, rakip oyuncuyu hiç kestiremiyorum.

"Ne zaman geldin ki?" derken buluyorum kendimi. Sorulması gereken en önemli soru buymuş gibi. İlk bunu mu soruyorum harbiden?

"İki saat kadar oluyor."

"Sen niye böyle bir şey yaptın ki? Anlayamıyorum ben?" diyor bu kez de dudaklarım. Dilime vuran heyecan ellerime de sıçrıyor. Buz kestikleri yetmezmiş gibi hafif hafif titremeye başlıyorlar. Ellerimi masanın altına saklıyorum, bir umut dursunlar diye birbirlerine kavuşturuyorum. Bütün uzuvlarım bağımsızlığını ilan etti, New York eyaleti bundan böyle bu günü de kutlasın!

Gül İmparatorluğu (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin