Bölüm 32/ Mete

1.1K 138 32
                                    

Tik. Tak. Ha?

"Saat?" 3:20. Gülce? Yok. Tabi ki yok. Son iki aydır alışık olduğumuz gibi. Boş kollarıma bakıyorum, normalde karımın olması gereken yere. Daha doğmadan babana şu yaptıklarına bakar mısın? Karımın tüm huylarını alt üst ettin oğlum, Agah Dilmen'in bütün ahları ilk çocuğumda çıkmak zorunda mıydı? Normalde göğsümün üstünde uyumaya bayılan gül güzeline, önce "ufunetler" basmaya başladı. Başta deniyordu, en azından uykunun bir iki saatini kollarımda geçiriyordu sabah kendisini bana asla değemeyeceği kadar uzağımda, üçlü koltukta buluyordum. Bir gece ansızın artık dayanamadığını itiraf etti. Bu itirafı ağlayarak yapmış olmasaydı, belki bir şansım olurdu. Ama gecenin sonunda ben Gülce'yi teselli edip bir süreliğine idare edebileceğimizi söylerken ve koltukta dönüp dururken buldum kendimi.

Gelen seslerden manzarayı az çok tahmin ediyor olsam da kendimi mutfağa yürümekten alıkoyamıyorum. Aynı evde kendi karımı özlüyorum, ne hallere düştük?

Kışın ortasında olmamıza rağmen üşümekle uzaktan yakından alakası yok Gülce Dilmen'in, o minik karnı olmasa hamile olmasına ihtimal vermeyeceğiniz kadar güzel. O minik karnı da görününce ise benim için dünyanın en güzel kadınına dönüşüyor, oğlumun annesine.

Önünde açık laptopu ve yarıladığı fındık ezmesiyle cıvıl cıvıl konuşuyor. Bir süre sessizce Gülce'yi dinliyorum, uykuyla uzaktan yakından alakası olmayan sesine bakılırsa ya uyanalı epey olmuş ya da hiç uyuyamamış.

"Böyle olmaz ama annecim, doğduktan sonra geceleri uyumamız gerekiyor. Gündüzler neyine yetmiyor senin, serseri mi olacaksın benim başıma?"

Sonra doğmamış bebeğimize kıyamayıp karnını seviyor gül güzeli, "Bak önce babanı istemedin, adamcağız koltuklarda yatıyor sırf sen ve ben rahat uyuyalım diye. Ama yine bana mısın demiyorsun, bir saat uyusaydık bari?" Hiç uyumamış.

"Ya sana ne demeli gül güzeli, beni uyutup suç ortağınla buralarda mı takılıyorsunuz?" Gülerek bana çeviriyor yüzünü Gülce, iki elini kaldırıyor.

"Hihh.. Basıldık." Başının üstüne bir öpücük kondurup yanındaki sandalyeye oturuyorum. Elindeki kaşıktan bana da uzattığında, ona geri çeviriyorum. "Siz yiyin." Ama bana mısın demeyip, ısrar ediyor, tabi. Kıramayıp bir kaşık alıyorum.

Ekranda tezle ilgili bir şeyler görmeyi beklerken bebek isimleri ile ilgili bir sayfayla karşılaşıyorum. Şaşkınlıkla, düşünmeden konuşuyorum. Kelimeleri havada yakalamak istesem de mümkün olmuyor. "Ben yani biz Yusuf ya da Mehmet koyabiliriz gül güzeli ya da ikisi birden? Güzel isimler, ben isterim."

Gülce'nin gözleri doluyor hemen, kahretsin. Tam özür dileyecekken bir anda bana sarılıyor. "Seni çok seviyorum."

"Ben de yavrum." Sonra yavaşça ayrılıyor ve ters köşeden sayıyı buluyor. Aksi mümkün mü? Gülce Dilmen'in beni herhangi bir yerden hedef alıp tam doksandan vuramadığı hiç oldu mu?

"Ama koymasak daha iyi bence. Yani... Saçma gelecek belki ama bir sürü tahilsiz olay yaşadık. İsmiyle bunları hatırlatmasını istemiyorum sanırım. Yepyeni ve ona özel bir şey seçsek daha iyi olmaz mı sence de? İkimizin karar verdiği, içimize sinen, oğlumuza mutluluk getirecek bir isim?"

Yaşların parlattığı yüzünü ellerimin arasına alıyorum, öyle güzel ki. Öyle güzel bir anne oluyor ki gül güzeli, tekrar tekrar aşık olmamak elde değil. İki yanağından öpüyorum, onu onaylarken.

"Beğendiğin bir şeyler var mı peki?" diye soruyorum havayı dağıtmak için. Çünkü kendisinin çok sevdiğini söylediği kocasının yakın temaslarına öyle çok da tahammülü yok.

Gül İmparatorluğu (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin