"Dünya, o köhne ve eski dünya değil /Sımsıcak bir ekmeği paylaşıyoruz seninle."
Ümit Yaşar Oğuzcan
İlk kez Avrupa'ya tek seyahat ettiğim yerden bildiriyorum, Brugge'den. Sana bir dahakine sevdiklerim ile geleceğim inşallah diye veda etmiştim, Belçika'nın güzel şehri. Şükür ki öyle oldu. İnsanın bir duasının gerçekleşmesi, kendine kurmak için bile izin vermediği bir hayalin içinde nefes alabilmesi ne büyük mucize.
Çok berbat anlar var bu hayatta evet, yaşadığınıza inanamayacağınız kadar kötü hissettiren anlar. Yaşamamak için ölmek istediğiniz anlar.
Ama aynı dünyada bu kez tam ters duygularla yaşadığınıza hayret ettiğiniz anlar da var. Hayat, çok ilginç bir dengede. Dedem ne zaman arabayla Karacaahmet mezarlığı ile Zeynep Kamil doğum hastanesinin arasında kalan o yoldan geçsek, babamın tam direksiyonu Selimiye'ye kırdığı anda aynı kelimelerle aynı tonla aynı cümleyi kurardı.
"Hayat bu kadar kısa işte Gülce'ciğim, sana şimdi upuzun geliyordur hoş. Bak biri gözlerini açıyor bu hayata hemen karşısında da dünyadaki son vazifemiz. Bir solukluk yol.. Mutluluk gözyaşları ve elemden akanlar, hepsi bu yolun yolcusu. Hepsi bizim için."
Başta anlamadığımdan susardım, çocuktum o zamanlar. Sonra anladım da sustum. Çok haklıydın dedeciğim, mekanın cennet olsun.
Tüm bu hislerle derin bir nefes çekiyorum ciğerlerime, az önce Mete'nin gitiği yola bakıyorum. Elinde iki karton kutuyla geliyor, wafflelarımız. Sıcak, çikolatalı ve pudra şekerli.
Mete yaklaşınca şehrin hafif sesinde dikkat çekmeyecek şekilde ellerimi çırpıyorum.
"Buyrun Gülce Hanım."
Nefis kokuyor. "Hmmm..Teşekkür ederiz."
"Bu kadar yürüdüğümüze değecek mi bakalım?" Takıldığını bilsem de açıklıyorum.
"Buranın en iyisi diyorum sana, sen o meydandaki süslü dükkanlara aldırma." dayanamayıp bir ısırık alıyorum. Çok haklıyım.
Sonra Mete'yi teşvik ediyorum gözlerimle, o da koca bir ısırığı gönderiyor. Yarasın.
Neredeyse bitiriyoruz. Son lokmama geçmeden, inadına susuşuna dayanamıyorum. "Söylesene ya?"
"Neyi söyleyeyim?"
"İkinciyi yememek için kendini zor tuttuğunu, insan da karısını balayında bu kadar süründürmez ama artık."
"Ne yapmaz ne yapmaz?" diyerek ağzımın içine giriyor. Önce biraz geri çekiliyorum, bu Mete'yi durdurmuyor tabi.
"Beğenmedin mi?" diyerek kaçmaya çalışıyorum bu kez de.
Gülüyor Mete, sonra elimde kalan son lokmayı, waffleın en çikolatalı ve en yumuşak orta noktasını, bir hamlede yutuveriyor. Resmen kandırıldım, Belçika'nın sakin insanları.
Normalde, bunu yapan başkası olsa, yeri göğü inletirdim. Mete yiyince ben doyuyorum, kendimi gülerken buluyorum.
"En iyisi buydu, karımın ellerinden." İki yanağımı da öpüyor, sonra elindeki son lokmayı bana uzatıyor. Başta kafamı sallasam da ısrar edince yiyorum. Çok ılık bulmazsanız, ıı şey, gerçekten böyle daha iyi oluyor. N'apalım canım? Aşık olmak da mı suç? Hiç öyle bakmayın.
*
"Bak şuradaki küçücük mağaza var ya. Orada ikinci el çantalar satıyorlar, vintage da olabilir tabi. Tam ayırt edemiyorum ben, ama çok güzeller. Bir baksam mı ben iki dakika?" diyerek ilerideki küçük dükkanı gösteriyorum Mete'ye.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül İmparatorluğu (Tamamlandı)
Roman d'amour"Doğum günün kutlu olsun, gül güzeli." Gördü mü? Panikle arkamı dönüyorum, uzaklaşan sırtını buluyorum. Gördü mü yoksa tamamen tesadüf mü, bilemiyorum. Sormak istiyorum, soramıyorum. Öyle, beni bilir gibi seslenme diyemiyorum. En azından kuru bir te...