"Parlanchín ! Puedes abrir la puerta por favor?" Dillidüdük! Kapıyı açar mısın lütfen? diye çığırıyorum, zilimiz üçüncü kez Seda'nın eve geldiğini haykırırken. Hadi kütüphanelerde sabahlamaktan vazgeçtin, bari anahtar al be loçkasi..
"Oyyy! Bien, bien!" Tamam be tamam, sus yeter ki diyor yani. Eh, ama ben tee merdivenden atlaya zıplaya kapı mı açayım Sava? Biraz merhamet serpin artık şu eyaletin sokaklarına. İçsel söylenmeme içime bir nefeslik zehir daha yollamak için ara veriyorum. Evet, ben, kahvem ve karanfilli yine yangın merdivenimizin isminin hakkını verdiği ama amacına ihanet ettiği bir gecedeyiz. Ah Romeo, Romeo... Neden Romeo'sun sen?
"Gül Güzeli!" Mete? Baya merdivenlerden yanıma Mete Dilmen tırmanıyor? Yarın sabah gelecekti hani?
"Mete?" diye bir kez de yüksek sesle şaşırıyorum.
"Hoş geldim?" diye soruyor şirin bir şekilde. Sonra elimdeki sigarayı görüp cıkcıklıyor. O öyle bakınca ben de sigarama panikle bakıyorum, sanki başkası yakıp da elime tutuşturmuş gibi. Ama bi' dur sen şimdi karanfilli,
"Hoş geldin tabi de, hani yarındı uçak?" diye soruyorum şaşkınlıkla.
"Hava alanına kadar kendini yorma diye söylemedim." diyerek omuz silkiyor. Tabi ki gidecektim ama o nasıl kendinden emin olmaklar öyle,
"Eminsin yani?" diyorum ben de, inşallah tek kaşımı havalı bir şekilde kaldırmış olarak.
"İkimizden de." Online. Bir nefes al be çocuk, uçağın tekeri yere değer değmez bilgisayar mı açtın, ne yaptın?
Sonra davetsiz bir şekilde bir ön basamağıma oturup, benden yana dönüyor.
"Nadie en la puerta." Kapıda kimse yok diye bağırıyor bu kez de Sava, yüzünü göremediğimiz bir mesafeden. Eh, tam olarak içerde sayılmasa da misafirimiz kendi yolunu bulmuş denilebilir.
"No esperes! Era Mete, estamos en las escaleras." Gelen Mete'ymiş, basamaklardayız diye açıklıyorum Sava'ya. Tamam o zaman minvalinde bir şeyler daha bağırıyor sonra odasının kapı sesini duyuyoruz. Bak Mete geldi bunun hiç umrunda mı acaba? Gel bir selam ver çabuk diye bağırmaktan zor alıkoyuyorum kendimi. Yok, biz bu kızı layıkıyla yetiştiremedik kız kardeşlerim.
"Nerede öğrendin?" diye orta yerinden soruyor Mete Dilmen.
"Osmanbey'de bir kursa gittim." Çok da ilginç bir macera değildi yani. Oturduk bir İspanyol hoca, sekiz Türk eziyet çeke çeke öğrendik.
"Yakışmış." Mete Dilmen'e sarılmamak uğruna sigarama sarılıyorum. En azından mekruh. İçime dumanla beraber bir miktar cesaret de çekiyorum sanırım,
"Gracias." diyerek gülümsüyorum. Mete Dilmen'i özlemiş olduğum ve şu an merdivenleri paylaştığımız gerçeği nefis bir koku tutturup sarıyor etrafımızı. Karanfili bile bastıran bu kokuyu ciğerlerime dolduruyorum. Çok şükür.
"Bu yakışmıyor ama." diyor bir anda sigarayı işaret ederek, bu gece birileri beni şaşırtmaya yemin etmiş.
"Biliyorum." Çok duydum bunu, ilki annemden. "Öyle çok içmiyorum aslında, sana denk geliyor." Ne var ne yok döker oldum yine önüne. H a y r o l s u n.
"Nerede öğrendin?" diyor yine. Bu kez tatsız bir mekanda öğrendim. Bu biraz üzücü bir maceraydı.
"Abimin odasında." oldukça dürüst ama eksik bir açıklama yapıyorum. "Beni boş versene, sen nasılsın? Ne zaman indin uçaktan?"
"İyiyim, daha iyiyim. Çok olmadı."
"Aç mısın?" Erkekler genelde aç olur?
"Değilim." derken başını iki yana sallıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül İmparatorluğu (Tamamlandı)
Romance"Doğum günün kutlu olsun, gül güzeli." Gördü mü? Panikle arkamı dönüyorum, uzaklaşan sırtını buluyorum. Gördü mü yoksa tamamen tesadüf mü, bilemiyorum. Sormak istiyorum, soramıyorum. Öyle, beni bilir gibi seslenme diyemiyorum. En azından kuru bir te...