New York semalarından süzüle süzüle yere konduruyor kaptan beyciğim bizleri. Bu kadar nazik bir beyefendiyle uçacağımızı bilseydim basit bir tişört ve eşofman altı yerine bir döpiyes bir tayyör giyiverirdim, kusura bakmayın efendiciğim büyüklük sizde kalsın. Hoş aklıma bavullarım gelince eşofman altının bir tercih değil zorunluluk olduğunu hatırlıyorum. Annemler burada aç kaldığımıza inandığı için çarşı pazarı boşaltıp acımadan bana yüklediler, öyle göndermek denemez bakın buna baya eşeğin sırtına vurur gibi yüklemekten bahsediyorum. Merhamet kalmamış. Gündüz gözüyle olsa ağzımın iki ortağını arar buraya getirirdim ama bu saatte kızları yormaya gönlüm el vermiyor. Bir de saçma bir neşe kol geziyor içimde, her şeyi halledebilirmişim gibi. Hadi inşallah.
Kütlesi ve hacmi artmış olan bagajımı beklerken Tetovo'ya inmiş gibi hissediyorum, buralı olmaya başlıyorum galiba eyaletimin sakinleri. Bir de Mete Dilmen'i göresim var, bu saatte mümkün olmasa bile olayın mümkün oluşu neşemi korumama yetiyor. Bugün olmasa yarın, inşallah görüşeceğiz. Kendime en azından bizim apartmana varana kadar hayal kurma ve sırıtma hakkı tanıyorum, sonuçta artık kendim olarak oynuyorum.
Telefonumun sesiyle, müsait bir yere park ediyorum bavullarımı. Gördüğüm isim elbette şaşırtmıyor beni, hissediyor bu şeytancık varlığımı bakın. Daha ben indiğimi anlayamadan haberi gidiyor bu kıza.
"Efendim Şam şeytanı?"
"Ya iniliyor da ben niye hemen aranmıyorum?" Dakika bir gol bir.
"Bavullarımı şimdi aldım vallahi Seda, takside ararım diye düşünüyordum." diye açıklamaya çabalıyorum ama inanmayacak biliyorum.
"Vikvikvik.. Neyse hadi çok oyalanma, bekliyoruz seni. Dikkatli gel." diyerek kıkırdıyor. Sonra dilli düdüğün avaz avaz sesi karışıyor sesine, hoş geldiğimin tüm apartmana ilan edildiğinden emin oluyor Sava.
"Tamamdır, açın kollarınızı hadi kapattım." derken ben de kıkırdıyorum. Bastıramadığım sırıtmamla bagaj alanından çıkıyorum. Neşenin bana verdiği cüretle aptal aptal etrafıma bakarken görüyorum Mete'yi. Ve o anda Mete Dilmen havaalanında belirdi. Aman Allah'ım, bir insan ancak bu kadar havaalanında belirebilirdi !
"Mete?" diyorum adımlarımı ona doğru yöneltirken. Sesim adımlarımdan önce ulaşıyor, gözlerimde takılıyor, sonra bakışları elimdeki bavullara düşüyor. Hızla yanıma varıyor.
"Gül güzeli, bunlar ne Allah aşkına?" diyor hayretle, elimdekilere sorgusuz sualsiz uzanırken.
Boşalan elim ensemi buluyor, çaresiz gülüyorum. "Annemler işte, Rumeli mutfağını New York'a taşıdık." diyorum anlamasını umut ederek. Başını iki yana sallarken gülmeye başlıyor o da.
"Tek başına tüm mutfağı taşımasaydın keşke." Önce tatlı bir merhametle kısılıyor gözleri. Sonra hayretle tekrar açılıyor. "Sırt çantası da mı var Gülce? Ya ben gelmeseydim?" derken bu kez de zorla çantamı alıp sırtına giyiyor.
"Ya taşırdım ben bir dur Allah aşkına napıyorsun? Hulk musun sen?" Ben taşırım ama sen hepsini taşıyamazsın çocuk, içimizde tek merhamet sahibi sen değilsin.
"Cık, olmaz öyle. Ama o kadar üzülüyorsan bir teşekkür öpücüğü alırım?" derken tatlı bir şekilde sağ yanağını işaret ediyor. Picorro online. Peki madem, ejderhaların üstündeki okçularımı yeni gelen işçilerin üstüne gönderiyorum. Öpemem Mete Dilmen, öpemem konuyu hiç anlamıyorsun. Ellerimi gözümün üstünden çekip, ekrana bakıyorum bir gayret. Okçular öldürecekleri adamlarla sarılıp, öpüşüyorlar; ejderhalar ev kedisi gibi sevilmek için kıvrılıyorlar ? Çareyi meydanı terk etmekte buluyorum. Hayrolsun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül İmparatorluğu (Tamamlandı)
Romance"Doğum günün kutlu olsun, gül güzeli." Gördü mü? Panikle arkamı dönüyorum, uzaklaşan sırtını buluyorum. Gördü mü yoksa tamamen tesadüf mü, bilemiyorum. Sormak istiyorum, soramıyorum. Öyle, beni bilir gibi seslenme diyemiyorum. En azından kuru bir te...