Bu tanışmanın benim için hiçbir zaman kolay bir versiyonu olmayacaktı ama en zorunu yaşamak ister miydim? Eh istemezdim ama yoktur çaresi, nasibimizde bu varmış. Sevdiğim adamla annemi,babamı ve abimi tanıştırırken buna mermerler değil de evimizin duvarları şahitlik etsin isterdim pek tabi. Siyah bir şal atmış olmasaydım başıma, ya da babam iki çift laf edebilseydi.. Gerçekten tanışabilselerdi.
Şimdi bu üç mermer taşın karşısında kaç dakikadır dua ederken durum iyiden iyiye saçma geliyor bana. Yanımda sessizce bana eşlik eden Mete'yi buraya getirirken mantıklı görünen tüm sebepler buhar olup uçmuş, hiçbiri ortalıkta yok. Vay halimize. Vay bana.
Hayır, çocuğa bunu niye yaptım sahiden baba? Abi ya, şovu sevdiğimden falan değil. Evet o olabilir Semoş'um, çok değilse de bir miktar duygusalım. Evet, çok duygusalım anne. Her şeyi de bil.
En azından işleri bir film klişesine getirmedim.Henüz. Çok şükür. Mezarların başında Mete'yi annemlere anlatmadım mesela. Kime neyi anlatayım? Kime, neyi, nasıl?
İçsel çatışmamı son sureyi de okuyarak bitiriyorum. Allah'a emanet olun Kalkan ailesi. Mete'ye dönüyorum, "Hadi?"
Bir an irkilse de başıyla onaylıyor. Geldiğimiz gibi sessizce çıkıyoruz mezarlıktan.
"Her canlı ölümü tadacaktır." Mermerden yapılmış bir şeyin insana böyle rahat güvence verebilmesi ne garip? Bir gün her şeyi geride bırakıp, elden gelenin hepsi, tüm o sorumluluklar, kargaşa ve kavgaya koca bir elveda diyerek uzanacağız bu beyaz mermere işte. Buyurun size, musalla taşlarını sevmek için onlarca sebepten yalnızca birkaçı. On numara taş. The game is over.
"Gülce?"
"Hı?"
"Daldın gittin gül güzeli." derken bedenini görüş açıma sığırmaya çalışıyor Mete. Bir miktar dönerek yardımcı oluyorum kendisine.
"Geldim." diyorum kocaman sırıtarak.
"Gel. Gitme bir yere." derken tek eliyle iki omzumu birden sarıyor. Bir damla yaş yuvalanıyor gözümden. Keşke tanışsalardı. Keşke tanışabilselerdi.
Ağladığımı fark etse de bu kez müdahil olmuyor Mete Dilmen. O özel alanı bırakıyor bana, hemen eşiğinde beklese de içeriye girmiyor. Yerim.
"Bu tanışmanın sonunda normalde sen ağlıyor olurdun ya neyse." diyerek saçma bir girişimle bozmaya çalışıyorum arabaya varana kadar süren sessizliğimizi. Arabanın kapısını kapatırken burnumu sıkıyor sadece Mete. Alıştı artık saçmalamalarıma. Eh.
"En çok neyi?" diyerek yarım kaldığım, kapısını sımsıkı kapattığım o odanın eşiğinde daha fazla duramayacağını belirtiyor. Tak diye atıveriyor omzu. Sorusunun devamını duymaya ihtiyacım yok, onun da öyle açıklamak gibi niyetleri yok zaten. Eşik, meşik yalan oldu. Az önce ağlamaya ara vermeye niyetliydiysem de artık oluru kalmıyor. Her şeyi. Her şeyi haddinden çok. Ben bu kadar çok özlenebileceğini bile bilmiyordum ki..
"Çok ilginç. İnsanın aklına hatırlanması muhtemel, önemli ve büyük anlar gelmiyor biliyor musun?" Başıyla onaylıyor, devam ediyorum.
"Biliyorsun tabi. Küçücük şeyleri özlüyorum. Yusuf'un canımı sıktığı anları. Birlikte pes attığımız akşamları. Saçlarımı dağıtıp dağıtıp pişmiş kelle gibi sırıtmasını.."
"Annemin odadan içeri elinde tepsiyle hiç giremeyecek olmasını çok özlüyorum. Babama sataşamayacak olmak da çok zor. Futbol maçı yoksa özetini, o da yoksa yorumunu, hiçbiri yoksa bir antrenörün ya da futbolcunun hayatını okumasını... Beni dünyanın en güçlü, en şanslı kızı yapmalarını. Sadece nefes alarak..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül İmparatorluğu (Tamamlandı)
Romantizm"Doğum günün kutlu olsun, gül güzeli." Gördü mü? Panikle arkamı dönüyorum, uzaklaşan sırtını buluyorum. Gördü mü yoksa tamamen tesadüf mü, bilemiyorum. Sormak istiyorum, soramıyorum. Öyle, beni bilir gibi seslenme diyemiyorum. En azından kuru bir te...