Bölüm 33

2.2K 121 10
                                    

"Lanet olsun! Benim başım hiç beladan kurtulmayacak mı?" diye bağırdım konteynerin arkasında nefes nefese dikilirken. Kendimi savunmam için elimde bir şey yoktu ve... Ah, olayı başından anlatmam gerekiyor özür dilerim.
Her neyse, evden çıkıp emlakçıya gittim. Adamla uzun uzun sohbet ettik, evi satabileceğini ve bundan, kendi kestiği parayı da hesaba katarak, elime geçecek olan para 580 bin dolardı. Kabul ettim hemen, ayağa kalkıp kadının elini sıkarak anlaşmayı kağıt üzerinde olmasa da sözde bağlamıştık. Ardından odadan çıkıp, başka bir odaya giderek beş dakika gibi kısa bir sürede elinde bir kağıtla geri döndü. Bana kağıdı uzatıp "Burayı imzalayın." gibisinden imzalamam gereken yeri gösterdi. Ama ben okumadan körü körüne imza atacak kadar aptal da değildim tabi ki de... Önce tüm kağıtta yazanları okudum. Kadın benim elime geçecek olan parayı 500 bin olarak yazmıştı. Tam olarak "500 bin" yazan yeri işaret ettim. Kadın "Devlete ne kadar az vergi verirsek o kadar az değil mi?" diye sordu gülerek.
Tamam o kadar da aptal değildim, ne yapmaya çalıştığını anlamıştım. Kağıda 500 bin diye geçecek, ama 580 bin alacaktım. Yani böylece daha az vergi verecektik bundan. Bu iki iyi dostun arasındaki bir alışverişte iyi bir yöntemdi, her ne kadar yasa dışı olsa da... Ama yine de kadına güvenmiyordum. Bana 580 bin değil de 500 bin verirse ona yasal yoldan hiçbir şekilde dava falan açma imkanım yoktu. 80 bin dolar da az para değil.
"Ben çok yasaya bağlı bir adam değilim ama yine de daha yeni tanıştığım biriyle bu tarz bir anlaşma yapamam." dedim nazikçe. "Vergi kaçakçılığı olur hem, yakalanmak falan istemem. Eğer kayıtları doğru girmezseniz anlaşmayı unutun."
Kadın "Tamam, sakin olun." dedi gülerek. "Sizi zorlamıyorum. İstediğiniz gibi olsun."
Böylece doğru düzgün bir şekilde, yasaya da uyarak anlaşmayı imzaladım. Ayağa kalkıp kadının elini sıktım, kadın bana "Orada mı yaşıyorsunuz?" diye sordu. Ona bir arkadaşımdan miras kaldığını söyledim, yani kısacası içindeki eşyalarla birlikte veriyordum. Kadın "İçindeki eşyalara göre bu çok az bir fiyat..." dedi. "Biraz daha, yüz bin dolar daha arttırabiliri..."
Sözünü kesip "İçindeki eşyalarla, aynı fiyat." dedim kesin bir ifadeyle. "Hem daha çabuk satılır. Paraya da ne kadar çabuk ulaşırsam o kadar iyi. Bir iş yeri satın almayı planlıyorum. Anlaşma böyle kalacak, bu kadar."
Kadın bir şey söyleyemedi, başını salladı. Ben de tekrardan kadınla el sıkışarak oradan çıktım.
Eve uğradıktan sonra biraz dinlendim ardından evden çıktım. Jesse'nin olduğu hastaneye doğru yol alıyordum. Gece saat 11 civarlarıydı, yani dolayısıyla kimsecikler yoktu. Yerlerde az az su birikintileri vardı, yani yürüyen birinin şapır şapır ayak seslerini duyabilirdiniz. Ve ben o sesleri duyuyordum. Bir an durup arkama baktığımda ise kimse yoktu. İzlendiğimi düşünmeye başladım.
Birkaç kez tekrarlandı, bu sefer sesler çok yakındı. Arkama baktığımda siyah montlu bir adam gördüm. Çok şüphe çekiyordu. Beni takip edip etmediğinden emin olmak için hemen oradaki sokak arasına döndüm. Burası Edgar'ın öldüğü yerdi. Hemen sessiz ama hızlı adımlarla ilerideki konteynerin arkasına geçtim. Göz ucuyla ileriye bakıyordum. Adam benim ona baktığımı görmüştü. 
Beklemediğim bir anda silahını çıkardı ve tek el ateş etti. Hemen kafamı geri çektim. Tanrım... Yanımda kendimi koruyabileceğim bir şeyim de yoktu ki? Burası da "Neden hiç başım dertten kurtulmuyor?" diye bağırdığım yerdi.
Madem kendimi koruyacak bir silahım yoktu, o halde onu korkutup kaçırmanın bir yolunu bulmalıydım. Bir şeyler düşündüm hemen.
Telefonumun tuş sesleri açıktı, ve hep canım sıkıldığımda tuşlara basıp oynuyordum. Sürekli 6 tuşuna bastığımda "Bip... Bip..." sesleri, sanki bir bombanın geri sayım saati gibi ses çıkarıyordu. Benim için gelen adamın da böyle düşünmesini umdum... Hemen telefonumu çıkarıp iki saniyede bir 6 tuşuna basarak o bip seslerini çıkardım. 
"Aman tanrım geri sayım başladı! 10 saniye mi, o kadar az mı! Tanrım... Bomba. Hayır, patlayacağım. Biri yardım etsin!" 
Adamın ayak seslerinin durduğunu fark ettim. Düşünecek zamanı yoktu. Hemen oradan kaçmıştı. Ama bu beni ondan tamamen kurtarmıyordu. Çünkü on saniye demiştim. On saniye sonra bir patlama sesi duymazsa geri dönecek ve bu sefer işimi tamamen bitirecekti. 
Kaçsam, bir yere sığınabilirdim ama o sokak arasının tek bir çıkışı vardı. O da adamın gittiği yöndü. Yani kaçma gibi bir ihtimalim yoktu. Ya onu tamamen kaçırmalıydım, ya kendim kaçmanın bir yolunu bulmalıydım, ya da onu bir şekilde öldürmeliydim. Ama ne yapabilirdim ki? 
Tanrım, harika bir beynim vardı... Aklıma harika bir fikir gelmişti. Konteynerin oradan çıkıp ellerimi havaya kaldırdım. Adam bana bakıyordu, silahını doğrulttu. "Ateş etme yoksa bu blok tamamen havaya uçacak!" diye bağırdım. "Bombayı durdurmayı başardım. Ama... Ama bunu üstümden çıkarmalıyım."
Adam gülüp "Seni kafandan da vurabilirim aptal herif!" dedi. Tam başıma nişan almıştı ki...
"Dur!" diye bağırdım. "Bu bomba benim kalp atışlarıma bağlı. Eğer nabzım durursa, yani ölürsem, yine patlarız."
"Nerede şu bomba ya bana yalan söylüyorsan?" dedi adam sinirli bir ifadeyle.
Hırçın bir şekilde "O zaman vur ne duruyorsun?" diye bağırdım. "Madem inanmıyorsun, risk al o zaman. Vur hadi durma, ateş et!"
Adamın eli terliyordu artık. Böyle bir risk alamayacağını biliyordum. Çünkü birinin tuttuğu kiralık katil olduğu çok belliydi. Kiralık katiller de "Ne pahasına olursa olsun" sözlerinden vermezler. Yani hedeflerini, kendi canlarını riske atmaya değer tutmazlar. Her nedense, kimin beni öldürmek istediğini anlayamamıştım. Devlet olamazdı çünkü listede ismim yoktu. Aklımda birkaç düşünce vardı ama yine de, Edgar'ın mirasına konmak isteyen akrabası olabilirdi. Ama her neyse bu önemli değildi. Katile odaklanmalıydım.
"Bana yardım et, şu bombayı çıkartalım." dedim. Yemi yutacak kadar aptaldı... Çünkü bir plan yapmıştım.

PrygtonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin