Bölüm 24

3K 150 11
                                        

James'e güvenmiştim, bir an güvenesim gelmişti işte. Evimin anahtarını ve içinde evimin adresi yazan bir kağıt verdim. Adam evime gitti, ben ise Jesse'ye son bir kez bakmak için hastaneye döndüm. 
Hastaneye girdim, Jesse'nin olduğu kapının önünde bekledim. Ardından doktoru gördüm. "Jesse'yi bugün için son kez ziyaret edebilir miyim?" diye sordum. Adam başıyla onayladı. Ardından şaşkın bir ifadeyle çenemi işaret etti. "Çenenin altında ketçap izi var." dedi ve ofisine geri döndü. Ya da bir yere gitti bilmiyorum. 
Odaya girdiğimde direk aynaya baktım. Büyük bir rahatlama geldi, ketçap izi değildi bu. Edgar'ı öldürdüğümde kan sıçramıştı. Hemen çenemi sildim orada duran bir mendille. 
Ardından Jesse'ye baktım, gözleri kapalıydı. Yanda duran sandalyeye oturarak konuşmaya başladım.
"Ellerini çözmüş olsaydım bu durumda olmayacaktın Jesse." dedim. "Üzgünüm dostum. Sen benim hayatımı kurtardın, ben ne yaptım? Hayatını mahvettim. Ama merak etme..." biraz daha yaklaşıp kulağına fısıldadım "...Edgar'ı öldürdüm. Onu görmeliydin. Adam kan kusarken neredeyse ciğerini boşaltıyordu. Onu öyle acı çekerken görmek harika bir histi. Her neyse Jesse, seni görmek için gelmiştim. Umarım en yakın zamanda iyileşirsin. Doktor bir daha yürüyemeyeceğini söylüyor ama ben sana inanıyorum. Tanrı sana en iyi koruyucu meleğini gönderecektir."
Tanrıya inancım başlamıştı biliyorsunuz. Bu söylediklerim bana saçma geliyordu hala, ama yine de Jesse'yi rahatlatmak için her şeyi yapardım. Komik olan ise muhtemelen dediğim hiçbir şeyi duymuyordu bile.
Hastaneden çıkıp eve geri döndüm. Evin kapısı kapalıydı. Zili çaldım. Evde kimse yoktu sanırım. Tam şüphelenmeye başlamıştım ki James'i bana doğru gelirken gördüm. "Kıyafetleri falan ayarladım, girelim." dedi ve anahtarı kullanarak kapıyı açtı. Ardından anahtarı bana verdi.
Eve girdiğimizde bana aklındaki planı anlattı. Planı akla yatıyordu. Smokinlerimizi giyip rozetlerimizi ceplerimize koyduk. Aynı kıyafetleri giymiştik, ama görmeliydiniz. Aynı tişörtleri giyen sevgililer gibiydik. Bıyık altından gülmüştü James. Sanırım bu smokin bana yakışmamıştı. Bende hiç resmi bir tip yoktu çünkü. Daha çok bir "keş" tipi olduğu söylenirdi. Biliyor musunuz, aslında ben de kendimi öyle görüyordum.
Her neyse, en azından rozetim vardı. Saat akşam dokuz civarıydı. James "Saat 10'da kapatıyorlar. Sabah 5'de açıyorlar, ama kapattıkları gibi postalayacaklardır kağıdı. Yani aslında sabaha kadar değil de, 10'a kadar vaktimiz var." dedi. 
Adam sürekli fikir değiştiriyordu. Acele etmeliydik diyordu, biraz olsun şüphelenmiştim. Özellikle de Edgar'dan sonra bu kadar şüpheci olmam normaldi. Her yaptığı şeyi takip edecektim. Ama bir şey yapabilecek durumda da değildim. Adam bir elini uzattığında beni kalp kriziyle öldürebilecek biriydi sonuçta. Ama ona güvenmekten başka ne yapabilirdim? Sonuçta adamı öldürecek durumda da değildim. Ayrıca bu işi kendime de yapamazdım. Çünkü herkes bilir, FBI bir yere asla tek ajan yollamazdı. 
Postaneye varmıştık sonunda. İçerideki görevliye yöneldi James direk. Rozetini gösterip "Ben dedektif Marshall, bu da partnerim dedektif Harry. FBI'dan geliyoruz, el koymamız gereken bir posta var." dedi.
Kendimi Supernatural'da gibi hissettim. Adam resmen o diziyi izleyen biri tarafından gülünç duruma düşerdi. Onu profesyonel sanıyordum. Gülmemek için kendimi zor tuttum. Ama en azından görevli bir şey anlamadı. Hatta gömleğini bile ilikledi. Hani şu müdür gelir de sen kravatını düzeltirsin, düğmelerini iliklersin, ondan. Her neyse... Kolay gidecek diye düşündüm. Bir bebeğin elinden şeker almak kadar kolay olacak - dedim kendi kendime. Sonra bebeklerle aramın iyi olmadığı aklıma geldi. Nereden buluyordum bunları? Nasıl geliyordu bunlar aklıma? Stresliyken hep olurdu bunlar zaten. Sürekli saçmalardım.

PrygtonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin