İş stresinden midir neyse artık bilmiyorum, biraz rahatlamaya ihtiyacım vardı. Ayrıca bugün Lakers maçı varmış, hemen Jesse'yi çağırdım. Yanında iki şişe bira getirmişti. Maçı izlerken birlikte içecektik. Güzel bir gece olacaktı.
Geldiği gibi eldivenlerim dikkatini çekmiş. "Huh, ben de diyorum dışarı çıkıp kartopu oynasak ha?" dedi gülerek.
"Artık tarzım bu Jesse, motorcu tarzı giyinmeye başladım." dedim hemen bir şeyler uydurarak. "Bir de deri ceket alacağım birkaç güne. Ha, en son da bir motor alırım."
"Bu aralar biraz garipsin ama her neyse." dedi ve bira şişelerini açmak için mutfağa yöneldi. Birkaç dakika sonra elinde iki bardakla geri döndü. Ama biz genelde şişeden içerdik. Sanırım o da farklı bir şeyler yapmak istemişti.
Her neyse, maç başladığından itibaren girmeyen üçlüklerle birlikte küfür etmediğimiz oyuncu kalmadı. Bizim geleneğimizdir. Kendi aramızda bazı hakaretler bile uydurmuşuzdur. Açıklaması uzun olacak, haksız yere faul veren hakemlere "Hakimiyet şeytanı" deriz. Bizim aramızda bir espri. Zaten anlatsam da anlamazsınız.
Lakers beklediğimiz üzere maçı kazandı. Yorucu bir iş gününden sonra güzel bir akşam geçirmiştim. Maç bittikten sonra Jesse evine geri döndü. Ben de internette biraz araştırma yapmak istedim. Şu beynimin yapabildiği şeylerle ilgili. Çünkü Matrix filminde de aynısını görmüştüm. Gerçekse eğer, demek oluyor ki illa bir bilim adamı bunun hakkında bir makale yazmıştır.
...Malesef, hepsi uydurma çıktı. Yani her şeyde bir gerçeklik payı vardır derler. Tamam bu özellik gerçekti. Ancak yazılan şeylerin hiçbiri benim özelliğimle uyuşmuyordu. "Sadece bakmak yetiyor" diyen de vardı "Eğer nesneyi detaylı düşünürseniz dünyanın diğer ucundaki bir nesneyi bile oynatabilirsiniz" diyen de. İmkansız, denedim. Olmadı.
Bilgisayar başında uyuyakalmışım. Kusacak gibi hissettim. Hemen lavaboya gittim. Öksürmeye başladım. Boğazımdaki o iğrenç tat... Bir baktığımda tüm musluk kan içindeydi. Kan kusuyordum resmen... Bu ilacın bir etkisi falan mıydı yoksa? Ondan şüphelenip hemen salona girdim. Telefonu aradım. Ayaklarım direncini kaybetti ve düştüm. Kalkamıyordum, telefon televizyonun altındaydı yine. Elimi uzattım, bu özellik gerçekten hayatımı kurtarmıştı. Hemen Doktor Edgar'ı aradım. Telefonu açtığı gibi son gücümle bağırdım "Yardım et ölüyorum!" diye.
Sonrası karanlık. Hiçbir şey hatırlamıyorum. Gözümü açtığımda bir hemşire bana bakıyordu.
"Doktor Edgar hasta kendine geldi." dedi koridora çıkıp.
Edgar da hemen içeriye girip kapıyı kilitledi. Aceleyle konuşmaya başladı "Tom, intihara kalkışmadıysan sana çok iyi bir haberim var." dedi. Hiçbir halt anlayamamıştım. Bön bön baktım ona.
Konuşmaya devam etti. "Biri sana fare zehri vermiş." dedi. Aynı ifadeyle ona bakmaya devam ettim.
"Bunun neresi iyi haber?" dedim.
"Baştan anlatayım..." dedi. "Biri seni zehirlemeye çalışıyorsa seni öldürmeye çalışıyordur. Neyse şuan hayati riskini atlattın. Seni öldürmeye çalışan kişiye ne diyoruz? SERİ KATİL. Hecelememi istemezsin değil mi?"
Alaycı konuşması beni rahatsız ediyordu. Biraz düşündüm. Biri beni zehirlemiş miydi?
"Kim beni zehirlemiş olabilir ki?" dedim.
"Biri içeceğine katmış işte durum bu." dedi. "Bu gece kiminleydin?"
"Jesse!" diye bağırdım. "Ama o... Hayır o yapmış olamaz. Kesinlikle olamaz."
"Bu kadar emin olma." dedi kararlı bir bakışla. "Hükümet iddalıdır. Eğer hedefleri peşinde bir seri katil olduğunu biliyorsa, en son şüphelenecekleri kişiyi bir seri katil haline getirdiler. Hükümet Jesse'ye ne önerdi bilmiyorum, ama o artık onların bir kuklası. İşi bitirmen gerekiyor. Gözünü bile kırpma!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Prygton
Science FictionAmerika hükümeti ülkenin en iyi bilim adamlarını ve cerrahlarını toplayarak bir deney başlatılar. Deneyin amacı, bir ilaç yardımıyla, deneklerin beyinlerini tüm kapasiteyle kullanmalarını sağlamak. Ancak sonrasında içlerinden birinin "Bu insanlar b...